SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

21 Kasım 2012 Çarşamba

“LULABAY BİR CİHANGİR HİKÂYESİ”


           “LULABAY BİR CİHANGİR HİKÂYESİ”
              
                “Sadede gelmezsen saadeti kaçırırsın”

                    
Yazan ve yöneten: Aslıhan Erguvan

Oyuncular:  Nail Kırmızıgül, Fatih Sevdi, Zuhal Gencer Erkaya, Aslıhan Erguvan

Işık tasarım: Alaz Köymen

Dekor ve kostüm tasarım: Bingül Evgar

Proje asistanları: Gözde Kısa, Tuğçe Nur Bulduk

Afiş tasarım: Ulaş Eryavuz

İllüstrasyon: Sadi Güran

Fotoğraflar: Ali Güler

Dün akşam Tiyatro Pangar’ın “Lulabay Bir Cihangir Hikâyesi” adlı oyunundaydım. Bu oyun, ağırlıklı olarak Kumbaracı50’de oynanıyor ancak ben oyunu Anadolu yakasındaki - ve bana yakın olan- Caddebostan Kültür Merkezi’nin Küçük Salon’unda izledim. Oyuna dair yorumlarımı paylaşmadan önce bir gözlemimi sizlerle paylaşmak isterim. Oyunun başlamasına beş dakikadan az bir süre kala en önden bir seyirci oyun kitapçığının bulunup bulunmadığını sordu ve görevli kadın broşürün girişte ( yani 3 kat aşağıda) olduğunu söyledi, bunun üzerine adam broşür almak üzere giriş katına inerken, görevli kadın “ merak etmeyin, bekletiriz, başlamaz” dedi. Bu benim için o kadar şaşkınlık verici bir deneyim ki… Ne olursa olsun oyunlar saatinde başlamalıdır, hele ki seyircinin isteğine bağlı olarak “oyunu bekletme” yetkisi bana çok garip geldi… Kendimden bildiğim üzere oyun kitapçıkları birçok insan için çok önemlidir ve kapının hemen girişinde bulunmalı ya da yer gösteren görevlide olmalıdır. Yaşanan bu durum, tiyatronun seyirci üzerindeki etkisinin artık sınırlandığını ve seyircinin tiyatroya hükmetmeye başladığını hissettirdi bana…

Oyuna geçecek olursam, oyunculukları iyi ama metni ortalama bir oyunla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim.

Cihangir benim sevdiğim ve sık sık gittiğim bir semt. Oyunun karakterleri de Cihangir’de görebileceğiniz karakterler, bu açıdan bir sorun yok. Fakat metin daha vurucu olabilirmiş gibi geliyor. Özellikle Aslıhan Erguvan’ın oyun sonuna doğru küçük çocuğun kaçışını canlandırdığı sahneler ve ev kedisinin sokak kedisi tarafından tozlara boğulduğu sahneler, bahsettiğim vuruculuğu görebildiğim sahneler.

Metnin artı tarafı ise Cihangir üzerinden küçük bir İstanbul insanı gözlemi yapabilmemiz… Transseksüellik, kadın-erkek ilişkileri, çocuk işçiler, yalnız kadınlar, yalnız erkekler…

Oyunda özellikle Fatih Sevdi’nin performansını çok sevdiğimi söylemeliyim. Birbirinden çok farklı iki karakter olan işsiz genç oyuncuyu da içi dışı bir kadını da başarıyla canlandırıyordu. Nail Kırmızıgül’ü ilk defa bir oyunda seyredebildiğim için mutluyum, özellikle sokak kedisini çok iyi canlandırıyordu. Zuhal Gencer’i de sinema filmleri dışında sahnede ilk defa seyrediyordum, özellikle kedisini aradığı sahnelerdeki sesini kullanması ve yüksek tonlara çıkması etkileyiciydi. Aslıhan Erguvan’ı ise çocuk işçi sahnelerinde ve işsiz genç oyuncunun sevgilisi sahnelerinde (ki iki karakter de birbirinden hayli uzaktır) beğendim. Dört oyuncunun da sahne geçişlerinde en ufak bir zorluk yaşamadığını söyleyebilirim.

“-İyi misin?”
“-Öldüm ama iyiyim.”

Benim oyundan çıkınca sorduğum soru ise: “ küçük bir çocuğun iyi olması için ölmesi mi gerekir?” oldu. Oyunu “Dünya Çocuk Hakları Günü”’nde izledim ve bu soruyu sordum. Bu durumu değiştirmek -güç de olsa- bizim elimizdedir diye düşünüyorum… Cihangir’den İstanbul’a küçük ve sade bir hikâye!

                                     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder