"BİR İNANÇ ORTALIĞI KANA BOYUYORSA, O İNANCA SARILIP KALMAYIN. İNSANI CANINDAN EDEN BİR YASA YANLIŞ BİR YASADIR."
Arthur Miller, Cadı Kazanı. 1953
1692-93 yıllarında Salem’de cadılık, büyücülük, şeytanla işbirliği
içinde olma gibi suçlarla hapis cezasına çarptırılan ya da idama mahkûm edilen insanları
anlatan oyun, özünde Joseph McCarthy’nin 1950’lerdeki “komünist- aydın avı”na gönderme yapar. Ustaca bir anlatımla McCarthy’nin adını bir kez dahi
geçirmeden hem de. Geçmişi anlatarak o
günü işler. Haksız suçlamalar, çıkar ilişkileri, din, toplumsal değerler,
ahlak, vs. kavramları oyunu şekillendirir. Aynı zamanda oyunun yönetmeni olan Eraslan Sağlam, metin hem Türkiye’de hem
dünyada -ne yazık ki- hala geçerliliğini koruduğu için bu oyunu sahnelemek istemiş. Tabulaştırılmış, üzerinde özgürce
konuşulamayan, ne olduğu sorgulanamayan ve değiştirilmesi çok güç olan toplumsal
"değerlere" sahip, gelişmesi engellenmiş bizim gibi toplumlarda adalet, ahlak ve
din temaları daha uzun zaman gündemde kalacağa benziyor. Bu bağlamda "Cadı Kazanı" gayet yerinde ve doğru zamanlı bir seçim. Sadece geçmişi değil bugünü de işlediği için çeviride ufak -ve gerekli- birkaç modernizasyonla beraber, seyircinin gözüne sokulmayan bazı
uyarlamalar da yapılmış. “Çapulcu” ve “Allah” sözcüğünün tonlaması gibi.
Farklı yorumlamalara imkan sunan metin sade bir anlayışla sahnelenmiş. Cihan Aşar’ın işlevsel dekoru, oyunun
sadeliğine uymuş ve oyunculuğu ön plana çıkarıyor. Hesaplı rahip Parris rolünde Erhan Tuna, adaletsiz ve sert yargıç rolünde Ersan Uysal, Salem’in saygın ama
iftiraya uğrayan kadınlarından Rebecca rolünde Aysan Sümercan, Peder Hale rolünde Ömer Akgüllü ve özellikle John Proctor rolünde Kaan Songün’ü izlemek büyük bir keyifti. John’nun sert, kimi zaman pişman,
karar ile kararsızlık arasında gidip gelen karakterini yansıtmada Songün’ün performansının çok başarılı
olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde tüm oyuncuların ses
kullanımları başarılıydı. Bu oyun gibi “sıkıntılı, huzursuz” metinlerde
oyunculuğun diğer metinlere göre bir nebze daha önemli olduğu kanısındayım. Başarılı oyunculuklar derdi büyük
oyunların vitrini olduğu zaman, oyunun etki alanı genişliyor ve daha fazla seyirciye ulaşıyor.
Aytuğ Kutlu’nun bu oyun için yaptığı
müziklerin yanında Fazıl Say’ın Muhyiddin Abdal’ın sözlerinden bestelediği “İnsan
İnsan” bestesinin kullanılması da gerek oyunun içeriğinin toplumumuza uyması, gerekse Arthur Miller ve Fazıl Say gibi iki büyük ismin yanyana gelmesi açısından çok anlamlı. (Fazıl Say’ın bestesini bedel istemeden paylaştığını belirteyim)
Sadelikle
etkileyen, doyurucu ve keyifli bir yorum. Sezonun, şimdiye
kadar izlediğim, en başarılı yapımlarından biri.