AŞKIMIZ AKSARAY’IN EN BÜYÜK
YANGINI
“En
büyük yangınları çıkartan aşktan başka ne olabilir?”
Yazan:
Güngör Dilmen
Dekor
Tasarımı: Osman Şengezer
Kostüm
Tasarımı: Mihriban Oran
Işık
Tasarımı: Önder Arık
Müzik:
Cem İdiz
Müzik
Direktörü: Melik Can Zaman
Dans
Düzeni: Yeşim Alıç
Yönetmen
Yardımcısı: Işıl Dayıoğlu
Asistanlar:
Özlem Çakar, Ebru Saçar
Oyuncular:
Artin:
Turan Günay
Mahitap:
Demet İyigün
Firuz
Bey: Ergun Akvuran
Merzuka:
Ayşe Tunaboylu
Abidin:
Macit Sonkan
Huriye:
Işıl Dayıoğlu
Şükriye:
Emine Şule Gezgöç
Emine:
Lale Gençtürk
Hacer:
Ebru Saçar
Bohçacı
Bahriye: Özlem Çakar
Genç
Kızlar: Eda Demirsoy, Gözde Akın, Kübra Kip, Nermin Koçak, Neşe Ceren Aktay,
Nilay Aydınalp, Özge Korkmaz, Tuğba Aydınlıoğlu
Tulumbacılar:
Cem Öntaş, Murat Turhan, Oğuz Turgut Genç, Onur Sülen, Ozan Emre Altın, Serdar
Aydın, Umut Külen, Ümit Deniz
Nane
Şekerci Halis: Emre Akarsu
Erkek
Çocuk: Hıdırcan Bal
Kız
Çocuk: Okyanus Dayıoğlu
Dün akşam büyük bir hevesle, Güngör Dilmen’in
yazdığı ve 1990 yılında İsmet Küntay ödülü almış olan “Aşkımız Aksaray’ın En
Büyük Yangını” oyunundaydım. Oyuna büyük bir heyecanla gittim çünkü adı
itibariyle beni etkilemişti, acaba nasıl bir aşktı bu? Yerli bir Romeo Juliet
gibi mi? İmkânsız mı? Zamansız mı? Ne var ki, geçtiğimiz yaz kaybettiğimiz ve
“Ben Anadolu” gibi önemli bir oyunu yazan yazarımıza, Güngör Dilmen’e ait olan
bu oyun, beni etkilemek şöyle dursun, en ufak bir heyecan kıvılcımı yaratamadı.
Elbette, bir oyun çıkarılırken bir sürü kişi maddi
manevi emek harcamakta, bunu görmezden gelecek değilim ama sahnede daha
“ateşli” bir yangın görmek isterdim. Bu yangından kastımı ise açıklayayım: Firuz Bey’in gençliğine dair keşkeleri vardır,
onu istediği gibi yaşayamamıştır, oğlu gibi gördüğü Artin’de kendi gençliğini
görür ve onunla gözden düşen cariye Mahitap’ın arasını yapar. Eski İstanbul
zamanlarındaki gibi mektuplar yazılır (elbette bu mektuplar sizli hitapla
başlar), Artin Müslüman olur ve izdivaç gerçekleşir. Benim burada sorguladığım
konu ise, Artin Mahitap’ı gerçekten sevmiyordu, Mahitap’ın da duyguları kesin
bir şekilde verilmemişti, dolayısıyla ortada bir yangına sebep olabilecek
derecede kuvvetli bir aşk yoktu ya da vardı fakat iyi yansıtılamamıştı. Oyun, “
insana en büyük yangınları çıkartan, en inanılması zor şeyleri yaptıran aşktır”
mesajını taşıyordu. Fakat dediğim gibi o aşkı hissedemedim.
Oyunda havada kalan bazı noktalar daha vardı:
Örneğin tulumbacıların Artin’i sıkıştırması, aralarındaki gerginliğin yeteri
derecede verilememesi sanki oyunun bir parçası olmaktan çok, ayrı bir hikâye
gibiydi. Tabi ki, metinde olan şeyler sahneye taşınır, ekleme yapılamaz ama
daha önce Adana’da başka bir reji ve ekiple sahnelenen ve çok beğenildiğini
duyduğum bu oyunu izlerken “keşke şu şöyle olsa” ya da “bu böyle olmasaydı”
diye çok düşündüm. Örneğin Mahitap’ın mahalleye alışması, mahallelinin
Mahitap’ı benimsemesi üzerinde durulsaymış hoş olurmuş diye düşündüm.
Oyunculuklara gelince, Kod Adı Kongo, King Kong’un
Kızları ve Kırmızı oyunlarından tanıdığım Turan Günay ve Kuzguncuk Türküsü’nde
izlediğim Ayşe Tunaboylu dışında yepyeni bir ekiple karşı karşıyaydım. Ne var
ki, oyunculuklar daha iyi olabilirdi.
Daha önce de belirttiğim gibi, yeni ve değişik
metinleri çok seviyorum fakat artık Türk Klasikleri arasında sayılması
gerektiğini düşündüğüm oyunları da görmek hoş oluyor, ben bu oyunu da Türk
Klasikleri arasında görmek isterdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder