SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

11 Kasım 2012 Pazar

DOKSANLAR “OLMAMIŞ MI?”


                     DOKSANLAR “OLMAMIŞ MI?”

Yönetmen: Fatih Gençkal / Dramaturji: İbrahim Halaçoğlu
Oyuncular: Murat Mahmutyazıcıoğlu, Zinnure Türe, Şafak Ersözlü, Firuze Engin, Hicran Demir
Ses Tasarım: M. Ozan Tekin, Sinan Tınar
Yönetmen Yardımcısı ve Işık Tasarım: Utku Kara

Doksanlı yıllar deyince aklınıza ne geliyor? Ne hissediyorsunuz? Doksanlar benim ve kuşağımın çocukluk yıllarımız, bu yüzden her zaman o yılları ayrı bir masumiyetle anarım. Serbest çağrışımla düşünecek olursam doksanlar deyince aklıma Yonca Evcimik, Tarkan, Sezen Aksu-Işık Doğudan Yükselir albümü, Nilüfer-Şov Yapma klibi, Ajda Pekkan- Sarıl Bana şarkısı, Eğlen Güzelim klibi, Zuhal Olcay’dan İyisin şarkısı, Asya’nın “Vallahi Öptürmem”’li şarkısı Romantik Aşk, Aşkın Nur Yengi- Ay İnanmıyorum şarkısı ve klibi, Hülya Avşar’ın şarkıdan daha popüler olan popo salladığı “Bu Gece Uzun Olacak” klibi, bol kazaklar, uzun kotlar, maccarena dansı, All That She Wants, Çılgın Bediş dizisi, Süper Baba, Oya-Bora, kasetler, walkmanler, Umay Umay’ın korku filmi tadındaki klibi (Edepsiz) ve Hareket Vakti şarkısı, Sivas Katliamı, Susurluk Olayı, 17 Ağustos Depremi, Orhan Atasoy Gemiler klibi (ki bu klibin günümüzde gösterilmesinin ya da böyle bir klibin bugün çekilebilmesinin çok zor olduğunu düşünüyorum, ne acı, gerilemedeyiz), Hamam filmi, Sıcak Saatler,  Çatısız Kadınlar dizileri, Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, videokasetler, Nazan Öncel’in börekli şarkısı “Aşk Beklemez”, fast food, Mavi’deki bomba patlaması, Kerim Tekin’in, Onno Tunç’un, Uzay Heparı’nın ölümleri… Bunlar ilk aklıma gelenler, devam edebilirim ancak edersem zannediyorum yazıyı tamamlayamayacağım.

Görüldüğü gibi ağırlıklı olarak şarkılar aklıma geliyor. Bunun sebebini o yıllarda çocuk olmama ve hayata dair en büyük endişemin hangi oyunu oynamak olduğuna bağlıyorum. Şimdi, 2010’lu yıllardayız ve bir yirmi yıl sonra bu zamanları şarkılarla (hoş artık popüler müzik adına uzun yıllar sonra hatırlanacak pek de şarkı kalmadı ama) değil, sosyal duyarlılığımla anacağım.

Lisede yapmış olduğum “60’lardan Günümüze Türk Popüler Müziği” başlıklı projemden yola çıkacak olursam 90’lar, yaşayış tarzı olarak, insanların rahat konuşabildiği, rahat davranabildiği yıllardı. Örneğin, “aboneyim abone”, “oynama şıkıdım”, “seni yerler”, “pencereyi aç, yatağıma gel” sözlü şarkılar o güne kadar söylenemezdi. Trt yasağı vardı ancak özel kanalların da açılmasıyla artık yorumcular, şarkılarını istediği gibi (2000’ler kadar olmasa da) söyleyebiliyorlardı. Tepki çekseler bile, söyleme hakları vardı. Mesela, Siyaset Meydanı’nda Yonca Evcimik’in Abone şarkısı tartışılmıştı. “Ne kadar doğru” diye. Ben toplumsal yaşamın ve insanların beklentilerinin şarkıları şekillendirdiğini düşünürüm. Eğer Türk toplumu “ciddi” yaşayan bir toplum olsaydı, zaten bu sözleri kabul etmezdi, evet bugün her gün dinlenmiyor ancak, doksanlar denince akla gelen ilk şarkılardan. Demek ki insanların o dönem ona ihtiyaçları varmış. Seksen sonrası apolitik dönemi düşünürsek hiç de yanlış olmaz zannediyorum.

Doksanlar, teknolojinin patlama öncesi çağlarıydı. Bugünün en önemli toplumsal sorunu olan iletişimsizlik ise o yıllarda bu kadar yaygın değildi. Çocuklar ipadlerde oynamak yerine, benim de alışkın olduğum üzere sokakta mahalle arkadaşlarıyla oynuyorlardı, tabi sokaklar bugünkü kadar da tehlikeli değildi.

1993 Temmuz’unda Sivas’ta yaşanan utanç gösterisi ise, bence doksanlı yıllarda Türkiye’de sanata ve medeniyete bakışı yansıtıyor. Belki de bu yüzden doksanlar deyince, aklımıza “Aboneyim Abone” geliyor ilk olarak. Sanat düzeyimiz orada kalmış çünkü. Gelişsek, böyle bir olay yaşanmasa sanatsal ve medeni anlamda kalkınacağız çünkü… Şarkıya takıldığımı düşünmeyin, bu şarkıyla ben de dans ettim, oynadım, söyledim ancak müzikal anlamda bile popüler müziğimiz bugün o yılları aratacak biçimdeyse burada çok büyük bir sorun var demektir.

Sözü uzatmadan ve dağıtmadan dün akşam izlediğim oyun olan “Olmamış Mı”’ya geçeyim. Geçtiğimiz aylarda “90’lar Kitabı” adında bir kitap yayımlanmıştı. İşte bu oyun, o kitap içindeki birkaç anının sahneye taşınması gibi. O yılların şarkıları ve danslar (ki oyunun en beğendiğim noktası oyunculuklar ve danslar oldu) oyunun temelini oluşturuyor. Kimi yerlerde seyircinin de dâhil edildiği oyunda, siyasi noktalara da dokunuluyor. Fakat ben bu dokunmanın çok hafif olduğunu düşünüyorum. Elbette, oyunda siyasi propaganda yapılacak diye bir kural yok ama sanki o yılların toplumsal yapısına, sorunlara biraz daha eğilinilse daha iyi olmaz mıydı dedim kendi kendime. Zira şarkılar için zaten tv ve radyo programları yapılıyor ama o yıllarda siyasi olarak derinlemesine ne oldu sorusu eğer siz çok da meraklı değilseniz, muallâkta kalıyor. Oyunun daha bilgilendirici olabilirliği adına söylüyorum bunu.

Yönetmenin oyuna dâhil olması ve oyun sırasında oyuncuları yönetmesi ise alışılmadık bir durum, alışılmamış, sürprizlerle dolu olan oyunları severim ancak buradaki deneyselliğin bana fazla derinlikli gelmediğini söylemek zorundayım. Yanlış olmasın, oyuncular, gerek itiraf kısmı olsun, gerek danslar ve performans açısından olsun başarılılar, ancak burada sahneye koyuşla ilgili bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum.  Biraz şarkı, biraz oyun, biraz dans, biraz itiraf, biraz toplumsal duyarlılık, her şeyden az az vardı ve bu karışıklık içinde, ne oyunun neresinde duruyor, ne amaçlanıyor diye sordum kendime. Özetle, doksanlardan bireysel ve toplumsal bir küçük kesit sunuluyor diyebilirim ancak süre biraz daha uzatılıp, daha derinlikli bir oyun elde edilebilirdi. Tahmin edebileceğiniz gibi doksanlar son derece çeşitli bir on yılı içeriyor, bu kadar malzeme arasından neden bu kadar az şey seçilmiş diye düşündüm. Tabi ki bu bir tercihtir, ancak bu tercihin maalesef beklentimin altında kaldığını söylemeliyim. Özellikle oyunun -gitmek isteyenlere haksızlık etmemek adına içeriğini söylemeyeceğim- son sahnesinin kafamdaki sanat anlayışıyla hiç uyuşmadığını belirtmek zorundayım. Muhakkak ki, her oyun herkese hitap etmeyecektir, benim sorguladığım nokta ise oyunun daha iyi olabilirliği üzerine…

Oyunun en büyük artısıysa performanslar, yakın zamanda İkincikat’ta Korku Tüneli ve Disosya’da izlediğim ve oyunculuğunu beğendiğim Murat Mahmutyazıcıoğlu dışındaki diğer dört oyuncuyu ilk defa izliyordum ve performanslarını beğendiğimi söylemeliyim.

 Son söz olarak, doksanlar tutkunuysanız ve keyifli vakit geçirmek istiyorsanız “Olmamış Mı”’yı sevebilirsiniz ancak ben beklediğimi bulduğumu söyleyemem.


                                                   
                                 
                                 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder