“PERŞEMBENİN HANIMLARI”
“Gözyaşı dediğin nedir ki? Su İşte!”
Çeviren :
MUALLA BENEZ
Yöneten :
ENGİN GÜRMEN
Dramaturgi :
ÖZGE ÖKTEN
Sahne Tasarımı :
GAMZE KUŞ
Işık Tasarımı :
KEMAL YİĞİTCAN
Kostüm Tasarımı :
GAMZE KUŞ
Efekt : METİN
KÜÇÜKYILMAZ
Yönetmen Yardımcısı :
ENES MAZAK-C.AHHAN ŞENER
Süre : 1 SAAT
30 DK. / TEK PERDE
OYUNCULAR
AYŞE KÖKÇÜ, AYŞENİL ŞAMLIOĞLU, CEM URAS, ENES MAZAK,
OYA PALAY, VİLDAN GÜRELMAN
Şehir Tiyatroları oyunlarını yıllardır oynanan “Lüküs
Hayat” gibi klasik oyunlar dışında üçe ayırıyorum, ilki yenilikçi ve
alışılmadık olanlar: “Kargaşa” ,“Oyun”, “Arzunun Onda Dokuzu(Dokuz Kadın)” gibi.
İkinci grup ise klasik tiyatro anlayışına uygun ve yine ilk grup kadar kaliteli
oyunlar içermekte: “Dar Ayakkabıyla Yaşamak”, “Kabare”, “Ateşli Sabır( Postacı)”,
“Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi”, “Buluşma Yeri”, “Nekrassov” bu oyunlara örnek
verilebilir. Bir de -açık konuşmak gerekirse- bana çocuk müsameresi gibi gelen
oyunlar var. Bu tabiri burada kullanırken çekinirdim fakat Şehir Tiyatroları’nın
bazı oyunlarına dair pek çok kişiden benzeri sözleri duyunca burada yazmakta da
bir sakınca görmedim. Bu oyunlar, konuları gereği önemli sorunlara değiniyor
olsalar bile sahneye koyuluş veya oyunculuk açısından beğenmediğim oyunlardı. “Mutfak
Söyleşileri”, “Aşk Halleri” ( bu oyun bugüne kadarki seyircilik hayatımda
izlediğim en kötü oyunların başında geliyor, zannediyorum fazla ilgi çekmediği
için yeni sezonda yok) ve bugün izlediğim “Perşembenin Hanımları” adlı oyun
gibi…
Bu oyunu sevmememdeki etkenin sahneleme ile ilgili
olduğunu düşünüyorum, kadın oyuncuların performanslarını özellikle beğendiğim
oyunda beni rahatsız eden bir diğer nokta ise Türkçe’nin kullanılması ile ilgili.
“Yapıyorsun, geliyorsun” yerine “yapıyosun, geliyosun” dense daha gerçekçi
olurdu. Engin Gürmen rejisindeki oyunun metni Loleh Bellon’a ait ve bir
arkadaşlık ve hesaplaşma metni. Üç kadının yıllanmış dostlukları üzerinden
içlerinde bunca yıldır birikenleri, kaygılarını, kıskançlıklarını görürüz. Çok
daha ilginç bir sahnelemeyle daha çekici bir oyun olabileceğini düşündüm bu
oyunun. Çünkü savaştan, politikaya, kişisel çıkarlara kadar pek çok konuya
dokunuyor. Yalnızlığı seçmek, kadın olmak, anne olmak üzerine düşünülesi konular…
Dekora
gelince; desenli büyük dekoru sevmeme rağmen, iç dekor daha etkileyici
olabilirmiş, örneğin “yenilenmesi gereken, dökülen” bir ev tanımı benim
kafamdaki karşılığını bulamadı.
Çeviri ile ilgili de bir düşüncemi belirtmek
isterim: Çeviride, özel isimlere dokunulmamış. Yani oyun, İstanbul’da değil,
Paris’te geçiyor. (Çeviri öğrencisi olduğum için bir oyunda en dikkatli olmaya
çalıştığım nokta -yabancı bir metinse- çeviri. ) Bu elbette öncelikle çeviriyi
talep eden kurumun veya kişilerin anlayışına kalmıştır ancak bu oyun dâhil pek
çok oyunda tabi ki metni bozmamak koşuluyla özel isimlere dokunulmamasını
sevmiyorum, sonuçta Türkiye’de oynanıyor. Örneğin Talimhane Tiyatrosu’na ait “Önce
Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince Ama Şimdi İyi” adlı oyunun uyarlaması bugüne kadar
izlediğim en başarılı uyarlamaydı. Tabi bu oyunun çeviri anlayışına dair
hazırlık sürecinde ne konuşuldu bilemediğim için oyunun çevirisini eleştiremem,
bu yorumu çeviri konusunda genel bir yorum olarak açıklamak istedim.
Oyunculuklar konusunda Ayşe Kökçü, Vildan Gürelman
ve Oya Palay’ın oyunculuklarını beğendim. Oyunun en önemli artısının onların
oyunculukları olduğunu düşünüyorum.