SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

28 Nisan 2014 Pazartesi

ÖRÜMCEK KADININ ÖPÜCÜĞÜ


                         “ÖRÜMCEK KADININ ÖPÜCÜĞÜ”

      “Keşke Bir Kez Olsun Öpüşsek, Herkes Gibi Gökyüzünün Altında”

        Manuel PUIG ve DeWitt BODEEN’in eserlerinden...
 
OYUNCULAR
 
LUİS MOLİNA / Göktay TOSUN              
VALENTİN ARREGUİ / Çağdaş TEKİN
İRENA DUBROVNA / Melina ÖZPRODOMOS
ALİCE MOORE / Ayşegül BAHTİYAROĞLU
OLİVER REED / Oğuz Utku GÜNEŞ
ve LEWGOY Rolünde Sesiyle SELÇUK YÖNTEM
 
YÖNETMEN, PROJE TASARIM VE UYARLAMA: Oğuz Utku GÜNEŞ
YÖNETMEN YARDIMCISI: Destan BATMAZ
IŞIK TASARIMI: Ayşe AYTER
KOSTÜM TASARIMI: Katina ÖZPRODOMOS
DEKOR TASARIM: Güney Zeki GÖKER, Onur SOYAL
IŞIK OPERATÖRÜ: Hakan YILMAZ
REJİ ASİSTANI: Burak DEMİREL
SAHNE ASİSTANLARI: Rıfat SECAL, Merve ÇEPNİ, Ceren YILMAZ, Ceylan BATI
BASIN DANIŞMANI: Zelal Songül ESER
 
 
Arjantinli yazar Manuel Puig’in 1976 tarihli romanı “Örümcek Kadının Öpücüğü” (The Kiss of Spider Woman) sezon başından beri Sahnehal’de sahneleniyor.  Romanı okuyanlar ya da romandan hareketle Héctor Babenco’nun çektiği, Oscar, Altın Küre ve Altın Palmiye dahil pek çok ödül sahibi 1985 tarihli aynı adlı filmi izleyenler anımsayacaklardır ama bilmeyenler için özetlemek gerekirse hikâye, Arjantin’de bir hapishanenin hücresindeki bir devrimci (Valentin) ile on sekiz yaşını doldurmadığını bilmediği bir çocukla aşna fişne yapmaktan orada bulunan bir eşcinsel (Molina) arasında geçer. Cinsel kimliklerin, gücün, politikanın sorgulandığı öykü, Türkiye’deki yaşam şartları düşünüldüğünde  -ne yazık ki hala- fazlasıyla güncel.  Valentin ile Molina’nın hücredeki konuşmaları boyunca eril gücün, devrimin, kavganın karşısında dişil gücü, boyun eğişi, aşkı görürüz. Eserin özü bu fikir çarpışması üzerine kuruludur. Puig’in yarattığı bu iki zıt karakterin fikirleri önemlidir ve bu tartışma bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da insanlığın sorgulayacağı kavramlardan oluşması bakımından değerli.
Eseri sadece bir fikir tartışması olmaktan çıkarıp sanat ürününe dönüştüren unsursa escapism  (gerçekten kaçış) akımı. Hücrede Molina, Valentin’e bir film anlatır. Film içinde film, oyunda ise oyun içinde oyun olarak ele alınan bu unsur, hikâyeyi genişletiyor. Fikir tartışmasının yanında seyircinin dikkatini kısa süreliğine başka bir alana çekiyor ve merakını uyandırıyor.
Romanda Molina, Valentin’e beş tane film anlatır. Filmin içindeki filmde ise propagandist Nazi filmi üzerinde durulur. Oyundaki Molina ise, “Cat People” (Kedi İnsanlar) filmini anlatıyor. Tek film anlatılmasının nedenini bilmiyorum ama Molina ve Valentin arasındaki dramatik ilişkinin yanında oyunun içindeki bu ikinci oyunda komedi unsurunun olması (“Cat People” filmi korku filmi sınıflandırmasında yer alıyor ancak oyunda mizahi yani ağır basıyor) hikâyeyi dengede tutmak açısından başarılı bulduğum bir unsur. Fazla film anlatılması esas hikâyeyi bölebilir diye düşünülmüş olabilir.
Oyunda sade bir dekor tercih edilmiş. Hapishane hücresi seyircilerle eş seviyede iken oyun içinde oyun tekniğiyle yaratılan ikinci dekor ise ilk dekordan birkaç basamak daha yüksek bir platformda sahneleniyor. Bu yükseklik farkı belki “gerçek” ve “hayal” dünyalarının aynı olmadığını belirten bir yabancılaştırma unsuru olarak yorumlanabilir. İki karakter o hikâyeyi izlerler ancak orası onların yaşadığı dünya ile eş değildir.


 
Oyunun yönetmeni ve aynı zamanda Oliver’ı canlandıran Oğuz Utku Güneş’in rejisini genel olarak beğendim. Yazımın girişinde belirttiğim gibi bu eser, üzerinde durduğu sorun ve kavramlar bakımından dünyanın pek çok ülkesinde güncelliğini koruyan özelliklere sahip. Bu ülkelerde çok çeşitli uyarlamalar yapılabilir. Güneş de uyarlamasında,  metnin geneline yaymadan “madi” ve “lubunya” sözcüklerini kullanmış. Oyun, Türkiye’de sahnelendiğine göre, “madilik” ve “lubunyalığa” yer verilmesi artı bir özellik.
Oyuncu yönetimi konusunda ise Valentin (Çağdaş Tekin) daha sert oynatılabilir miydi diye düşündüm.  Belki daha sağlıksız, biraz yara bere içinde bir Valentin seyirci üzerinde daha etkili olur muydu? Çünkü “konuşması, ötmesi istenen” bir devrimci işkencesiz, sağlıklı bir şekilde verilince etkisini kaybedebilir.  Ama eğer yara bere içinde bir Valentin görseydik, tabi ki daha sert bir performans beklenemezdi. Bu durumu, eksik ya da aksayan bir taraf olarak değil ek bir düşünce olarak belirtiyorum çünkü Çağdaş Tekin’in performansında Valentin’in hücredeki sıkışmışlığını, devrime inancını, git-gellerini seyirciye yansıtabildiğini düşünüyorum. Valentin rolünden çıkıp ikinci oyundaki psikiyatrist karakterine ise hem sesi hem de mimikleriyle dinamik bir şekilde geçiyor.
Molina’yı oynayan Göktay Tosun’un performansını çok beğendiğimi söylemeliyim. Enerjisiyle, vücudunu kullanışıyla, sesiyle, oyunda sadece sesini duyduğumuz Lewgoy (Selçuk Yöntem) ile konuştuğu sahnelerde daha yakından görme şansımız olduğu mimikleriyle rolünün hakkını başarıyla vermiş. Puig’in eserinde de görebileceğiniz gibi, hikâye Molina ile Valentin arasında geçmesine rağmen, Molina hikâyeyi taşıyan, escapist öğeyi (anlattığı film) ortaya koyan, Valentin’e göre daha öne çıkan bir karakter. Daha hareketli. Göktay Tosun’un performansındaki enerjinin yanı sıra Molina’nın psikolojisini de derinlikli bir şekilde incelediğini düşünüyorum. Tosun, Molina’nın heyecanını, sevgisini, yalnızlığını yaşayarak seyirciye hissettiriyor. Sezonun en iyi performanslarından biri. Tosun’u tebrik ediyorum!

 
Ve “Cat People” oyuncuları İrena (Meline Özprodomos), Oliver (Oğuz Utku Güneş) ve Alice (Ayşegül Bahtiyaroğlu) yan rollerde mizahi karakterler sunuyorlar bizlere.
Farklı sanat alanlarında yorumlanan eserler genelde karşılaştırılır. “Kitabı daha iyiydi, filmi başarısızdı, oyunu şöyleydi” gibi. Her sanat dalı kendi imkân ve teknikleri dahilinde diğerlerine göre farklı bir eser ortaya koyar. Ben daha iyi/daha kötü değerlendirmesi yapmadan, filmiyle tanıdığım bu eserin oyununu kendime daha yakın hissettiğimi söylemeliyim. Elbette filmi de izlenmeli.
 
“Örümcek Kadının Öpücüğü” bu sezon izlediklerim arasında en başarılı bulduğum oyunlardan. Sezon başından beri hemen her hafta iki gece oynuyorlar ve bazen bilet bulamayabiliyorsunuz. Eser, doksanlı yılların başında Broadway’de 900 kez sahnelenmiş. Burada, önümüzdeki sezon(lar)da da devam etmesini diliyorum. Fakat siz yine de sezon bitmeden izlemeye çalışın! Üzerinde düşünülmesi gereken “Bizi bu hale koyanlar dışarda rahat rahat gezerken bizi burada birbirimize düşürüyorlar” mesajını yineleyip, herkesin “gökyüzünün altında özgürce öpüşebilmesi” temennisiyle yazımı bitiriyorum. Tüm ekibin emeğine sağlık ve Sahnehal’e bizi bu oyunla buluşturduğu için bin teşekkür!

      


 
Happy Days Are Here Again:  Oyun, 1929 tarihli ve Amerika’da o yıllarda Demokratik Parti’nin gayrı resmi şarkısı kabul edilen, yine o yıllarda Amerika’da içki yasağının kalkmasından sonra gündeme gelen, 1960’larda ise Barbra Streisand’ın sesinden duyulan ve benim Streisand’dan dinlediğim “Happy Days Are Here Again” (Judy Garland düeti) şarkısıyla başlıyor. Ben de bu şarkıyla bitireyim: 

http://www.youtube.com/watch?v=jYpcFHtxm60
 
Ayrıca meraklısına tavsiye: “Örümcek Kadının Öpücüğü” filmiyle beni tanıştıran film 1993 tarihli “Fresa y Chocolate”dir. (Çilekli ve Çikolatalı) (Yönetmen: Tomás Gutiérrez Alea ve Juan Carlos Tabío) Küba-İspanyol-Meksika ortak yapımı bu filmi çok severek izlemiştim. Daha sonra Latin Amerika sinemasını araştırırken “Çilekli ve Çikolatalı”nın aslında “Örümcek Kadının Öpücüğü”nden esinlenerek çekildiğini öğrendim. Sinemaseverler kaçırmasın!