DERDİMİ ANLATIYORUM: “DERTSİZ OYUN”
“Aferin”
Tasarlayan-Yöneten: Yiğit Sertdemir
Koreograf: İlyas Odman
Müzik Tasarımı: Onur Kahraman
Makyaj ve Kostüm Tasarımı: Candan Seda Balaban
Işık Tasarımı: İsmail Sağır
Seyredenler: Candan Seda Balaban, Ebru Gözdaşoğlu,
Gülhan Kadim, İlyas Odman, İsmail Sağır, Murat Kapu, Onur Tuna, Sabahattin
Yakut, Seda Yürük, Selen Şeşen, Sinem Öcalır, Şirin Keskin
Kaç zamandır tiyatro seyircisi ile ilgili
düşüncelerimi yazmak istiyordum. Özellikle Türkiye seyircisi ile ilgili
düşüncelerimi... Salon salon seyirciler hakkında istatistik bilgi verebilecek
konuma gelince ve dün akşam da geçen gün yorumunu yazmış olduğum “Gerçek
Hayattan Alınmıştır” adlı başlangıç oyunun -ikincisi Barzo ile Konserve’yi
izlemeye henüz fırsat bulamadığımdan- üçüncüsü olan ve “seyircilik” halleri üzerine
bir oyun olan “Dersiz Oyun”’u izleyince bu yazıyı kaleme almak istedim.
Sözsüz bir oyunla karşı karşıyayız. Karşımızda biri
yer gösteren görevli olmak üzere on iki seyirci var. Bizlere mimik ve jestlerle
“seyircilik hallerini” anlatıyorlar.
Bugüne kadarki seyircilik deneyimlerimden yola
çıkacak olursam, “oyuncular boş salonlara oynuyorlar” görüşünü gayet ciddi
sayılarla çürütebilirim. Fakat niteliksel anlamda -oyunun da bahsettiği üzere- “kim ne anlar” sorusunun cevabını vermek güç.
Tiyatroya kimler gelir? Tiyatro öğrencileri, izleyecekleri tiyatro ile ilgili “ödev
yapmak zorunda kalan” öğrenciler, sanat meraklıları, “hadi bir değişiklik
yapalım, tiyatroya gidelim” diyenler, ev hanımları, iş adamları/ iş kadınları,
çalışanlar, çalışmayanlar, vs… Sinema salonunda patlamış mısır yiyen bir toplum
insanlarını çok daha ciddi bir disipline sahip olan tiyatroya alıştırmak, çok
da kolay olmasa gerek. Belki de toplumca, okullarda “sanat nasıl yapılır, nasıl
izlenir, nasıl sorgulanır” gibi derslerle pişmemiz gerekiyor. Sanatın etkileyici,
dönüştürücü etkisini göz önüne aldığım için bunları söylüyorum, kendimizi bu
ortamın içinde hissedebilmek için ve yine kendimizi geliştirebilmek için.
Türk seyircisi denince aklıma gelen ilk nokta oyunda
açık bırakılan cep telefonları ve bu telefonlar çalınca seyircilerin -haklı olarak-
yadırgayan bakışları ve tepkileri olur. “Farkında
mısınız oyun başlayalı beş dakika oldu!”demek istersiniz.
Daha sonra oyunu anla-ya-madığı için sıkılmalar, esnemeler
gelir. Elbette her seyirci her oyunu sevecek diye bir kural yok, her oyun
herkese hitap etmeyebilir ancak yine de oyunu anlamak için bir çaba sarf etmek
gerekir. Bu adeta sanat filmlerini “durağan” bulan seyircinin, anlamaya karşı
bir tepkisidir. Benim de sevmediğim oyunlar oluyor, ancak o zaman bu durumun
yüzde ellisini kendime yüklüyorum, “ben anlayamadım” diye. Tabi ki yeterince
emek verilmemiş oyunlar da oluyor ancak burada bahsetmek istediğim, seyircinin
algı düzeyi.
Üçüncü olarak, oyunda fısıltıyla yorumlar yapılır.
Ne kadar dikkat dağıtıcıdır, değil mi?
Peki, her şeyden öte ya oturmasını bilmeyenlere ne
demeli?
İşte “Dertsiz Oyun” çok büyük bir dertle karşımızda
duruyor. Oyunun ilk yarısı bahsettiğim seyircilik halleri üzerine. İkinci kısımda
ise seyircilerimiz dönüşüyorlar. Kendi bireysel güçlerimizi fark edip,
çevremizi de değiştirebiliriz şeklinde yorumladım ben.
Ekipte yazan-yöneten Yiğit Sertdemir dışında, bir
tek İlyas Odman’ı daha önce izlemiştim, Cam Adımlar’da. Şarap kadehlerinin
üzerindeki gösterisi çok etkileyiciydi.
Son olarak, iki seçenek çıkıyor karşımıza, ya
kendimizi geliştirmeyeceğiz, tiyatro ile ilişkimiz her zaman problemli kalacak
ya da tiyatro sayesinde algı düzeyimizi açarak dönüşeceğiz ve toplum olarak
daha üst konumlara yerleşeceğiz. İşte asıl o zaman “aferin”i hak etmişiz
demektir, haksız mıyım?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder