“ SEN OLMAK NEDİR ?”
“Âşıklık
nedir? Ben ol da bil …”
Yazan: Nur Can Kara
Yöneten: Onur Ekren - Nur
Can Kara
Oynayan:
Mert Turak
Tüy:
Nimet Gürbüz
Prodüksiyon
Asistanı: Cihangir Meşeli- Yağız Konyalı
Görsel
Tasarım: M. Tuğrul Emiroğlu
Fotoğraf/
Video: Utku Sarıöz
Sezon
sonuna yaklaşırken ve seyrettiğim oyunların nicel olarak tatmin edici olmasına
rağmen yolunda gitmeyen bir şeyler vardı, daha görmem gereken çok oyun vardı!
Ben de dün akşamımı seve seve düşünmeye, hissetmeye, yüzleşmeye ayırmak
istediğim için, uzun zamandır sahnelenen “Sen Olmak Nedir”’de karar kıldım.
Kuşkusuz bu seçimde Tiyatro Halt’ın ““ uygunsuz” sözler söyleyebilmesi, durgun
sulara dalga misali, kafalarda soru işaretleri oluşturabilmesi”nin payı da çok
büyük. Oyunlara gitmeden ufak araştırmalar yaptığım için, amaçları dikkatimi
çekmişti. Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi tiyatroyu kesinlikle bir
“eğlence, kendini iyi hissetme aracı” olarak görmediğimden, hayata dair sorular
soran, herhangi bir olay ya da olguyu farklı açılardan sunabilen oyunlar benim
için ayrıca önemli.
“Sen
Olmak Nedir” ya da kısaca S.O.N. da bu
açıdan bende saygı uyandıran oyunlardan biri oldu. “Bir erkek nasıl erkek olur?
Erkek olmanın kuralları ve görevleri nelerdir? “Erkek adam neler yapar ya da
neler yapmaz”” sorularını baz alarak toplumda çok önemli bir yere parmak basan
bir metinle karşı karşıyayız. Kahramanımız spermiogram testi yaptırmak ( yoksa
erkekliğini kanıtlamak mı demeliydim?) elinde boş kabıyla test odasına girer ve
oyun başlar.
Kimi
insanlar vardır, her zaman her şeyi yoluna koyarlar, işlerini yaparlar ama biz
onları tanımayız, daha doğrusu tanımak istemeyiz, görmeyiz… Acaba bu onların
kenara itilmiş olduklarından mıdır? Hiç sanmıyorum, sadece “kendi kendine var
olmuş” ve bu varoluşa şahit istemeyen varlıklardır. Ne var kahramanımızın da dâhil
olduğu çok büyük bir grup var ki varoluşlarına her zaman birilerinin tanık
olmasını isterler. Bu onlar için bir ihtiyaçtır, çünkü ancak böyle
saygınlıklarını kazanabileceklerdir, başkaları onayladıktan sonra. Burada
aslında bir kadın- erkek ayrımından çok insani bir konu bahsedilen. Ne var ki
erkek egemen toplumumuzda bir erkeğin “kendisine atfedilecek erkeklik
özelliğini” kazanabilmesi bir kadına göre daha ön plana çıkarıldığı için oyuna
bir erkeğin penceresinden bakıyoruz, hem de bir kadının kaleminden çıkan bir
erkeğin penceresinden!
Kahraman
“kahraman” olabilmek için hayatını mücadeleyle geçirir, okulda ön plana çıkmak
ister ama dayak yer, babasından zaten şiddet görmüştür, askerliğinde komutanına
alay konusu olur( oyunun en beğendiğim kısmının burası olmasının da toplumda, özellikle
“erkek egemen faaliyet alanlarında” erkekten beklenen özelliklere “sahip
olmayan” belki de bu özellikleri sahiplenmeyen, sahiplenmek istemeyen erkeklere
karşı olumsuz bakışı simgelemesidir, örneğin: erkek korkar mı?) Kendine
rol-model arar, âşık olur, hayal kurar ama hep bir edimi vardır, hep “olmak”
ister… İyi ya da kötü fark etmezdir onun için…
“Görünür
olmaya çalıştım. Ben yürürken önümde yol açsınlar, kaçsınlar, kenara
çekilsinler istedim. Kırmızılar, yeşiller, maviler giyindim. Bakıp gülseler
bile, bakıp görmüş olacaklardı. Öyle de oldu. Sırf bu maskaralık için
görünmezlik yeteneğimden vazgeçtim.”
Ne
kadar farkında olunsa da insan bazen bile isteye “ maskara olabiliyor.” Nitekim
sonunda bir tüy( belki bir hayal, belki de bir anı) gelir ve kahramanımızın
hayatını “mutlu ve saygın” kılar. Artık toplum baskısının önemli bir dinamiği
olan mahalle de kahramanımızı ve karısını takdir etmekte, onlara gıpta ile
bakmaktadır… Kimbilir belki de tüm maskaralıklar baskılardan doğuyordur, “görünür
olma” baskısından… Kendimizi görünür olduğumuzda m ı buluruz, karşımızdaki bir “sen”de
mi yoksa içimize dönüp baktığımız “ben” de mi? Peki tüm yazı kimseye görünmeden
ayaklarımızın altından süzülüp çalışarak geçiren o “görünmeyen” karıncalar?
Belki de önemli olan sessizce, kimseye göstermeden “olmak” ve bu dünyada payına
düşeni yapıp, sahneden çekilmektir…
Demiştim
ya “beni düşündüren oyunu severim” diye, işte cevaplanması hiç de kolay olmayan
sorularla yüzyüze kalmış durumdayım, hayır bu asla bir şikâyet değil, aksine “ben
olabilmek” için çok gerekli olduğunu düşündüğüm savaşımlar… Oyun yazarı Nur Can
Kara’ya beni bu düşüncelerle bir kez daha yüzleşmemi sağladığı için çok
teşekkür etmem gerek ve tabi ki bu metni oyunculuğuyla çok başarılı bir noktaya
taşıyan Mert Turak’a da… Kendisini yakın zamanda başka iki oyunda da izlemiş ve
oyunculuğunu çok beğenmiştim, bu beğeninin sebebi ise yalnızca oyundaki
karakteri yaşamasındaki ve olmasındaki doğallık değil aynı zamanda farklı karakterleri
de başarıyla yansıtabilmesindedir… Otobüs’te başka, Postacı’da başka ve S.O.N.’da
ise yine bambaşka bir karakteri ustalıkla yansıttığını düşünüyorum… Ki bu da
bir aktörün sahip olması gereken en önemli özelliğidir diyebiliriz, değil mi? Ayrıca
Tüy rolündeki Nimet Gürbüz’ün de kısa ama etkileyici oyunculuğunu atlamadan
geçemem, zira mimikleri ve jestleriyle rolünün hakkını verdiğini düşünüyorum…
Yazımı
sonlandırırken, beni çok etkileyen ve mutlu eden bir olayı da sizlerle
paylaşmak istiyorum: Dün Tiyatro Halt’ın kuruluşunun birinci yıldönümüydü ve
bugüne özel olarak bininci seyirciye özel bir sürpriz hazırlandı ve oyundan
sonraki kokteyl-partide bu sürpriz sunuldu, hem de tüm seyircilere pasta ve
kurabiye ikram edilerek… Bense bloğum için konuştuğum Nur Can Kara, Mert Turak,
Nimet Gürbüz ve Yağız Konyalı’nın yakın ilgileriyle çok mutlu oldum. Böyle bir
olaya ilk kez tanık oluyordum ve bu yakın ilgi beni çok mutlu etti, çünkü sadık
bir tiyatro seyircisi olarak “düşünülmek, değer verilmek” çok çok önemli… Evet,
bininci seyirci imkânı artık yok ama Sen Olmak Nedir’i muhakkak izleyin, belki
de oyunun en büyük sürprizi sizi kendinizle tanıştırmasıdır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder