“ DÜNYANIN
ORTASINDA BİR YER”
“Hüzün gibi sevda da geçicidir…”
|
||||||||||||||||||||||
OYUNCULAR
|
||||||||||||||||||||||
BURCU ÇOBAN, ERASLAN SAĞLAM, ESRA RONABAR, EZGI SÜMER YOLCU, EZGIM KILINÇ, HÜSEYIN KÖROĞLU, İREM ARSLAN AYDIN,MELAHAT ABBASOVA, NURDAN KALINAĞA, PELİN BUDAK, PINAR AYGÜN,TOMRIS İNCER, ÜMRAN İNCEOĞLU, YONCA İNAL EĞİLMEZBAŞ
Şehir Tiyatrolarında sahnelenen Özen Yula imzalı “Dünyanın
Ortasında Bir Yer” oyununa giderken hem heyecanlı hem de bir o kadar
düşünceliydim zira Şehir Tiyatrolarının “yok edilmeye” çalışıldığı bugünlerde
“özgür düşünceden” ne kapabilirim diyordum kendime… Acaba bir daha Aziz Nesin
oyunu seyredebilecek miydim bu çatı altında? Ya da insan sevgisini, insana
saygıyı anlatan başka bir oyunda yeni dersler çıkarabilecek miydim kendime?
Elbette kurumlarda değişiklikler olacaktır, hiçbir şey yerinde kalamaz fakat
konu hayatımızı şekillendiren ya da hayatımızın şekillendirdiği “sanat” ise sanatı
koruyucu kanalların ve özgürleştirici düşüncelerin de artması gerekmektedir…
Bu bağlamda Günlük Müstehcen Sırlar ve Mutfak Söyleşileri gibi oyunlara
yönelik “içi boş fakat amacı maalesef çok dolu” eleştirileri de hiçe sayamadığımı
belirtmeliyim…
İnsanda olan insandan nasıl saklanabilir ki? Ben bu
bağlamda seyrettiğim tiyatroların özellikle cinsel/dinsel/etnik her türlü
ayrımcılığı yaşamış ya da yaşamasa bile tanık olmuş, gözlemlemiş yazarların
kaleminden çıkmasını özellikle isterim,(bu bağlamda oyunda yabancı dillere başvurulmasını da ayrıca çok beğendiğimi söylemeliyim) isterim ki benim göremediğim bir
olguyu bana tanıtsın ya da bir sadece bir kişinin bile olsa düşünce yapısını
değiştirsin, değiştirsin ki önce insanlarımız sonra da toplumlarımız
gelişebilsin… Özgürce icra edilemeyen bir sanata sahip olan bir toplumun
gelişemeyeceğini düşünüyorum ve ne mutlu ki yalnız değilim fakat yine de
okuduklarım, görüp duyduklarım beni dehşete düşürüyor… Tıpkı Özen Yula’nın birkaç
sene önce “sergilenmeye çalışılan” “Yala ama Yutma” oyununun başına gelenler
gibi…
Özen Yula önemsediğim ve oyunlarını takip etmeye
çalıştığım bir yazar ve aynı zamanda bir yönetmen, bu sezon izleyip çok
beğendiğim “Şems Unutma” oyununun yönetmeni ve iki sezon önce Duru Tiyatro’da
seyrettiğim “Ay Tedirginliği” oyununun da yazarı… “Dünyanın Ortasında Bir Yer”
ile beni çok katmanlı düşüncelere ittiği için artık daha da büyük bir iştahla
takip edeceğimi düşünüyorum… Aynı şekilde daha önce İntiharın Genel Provası
ve Buluşma Yeri oyunlarını izlediğim yönetmen Nurullah Tuncer’in yine
yönettiği bu oyunu izledikten sonra, onu da ayrıca takip etmeye karar verdim.
Oyun basit söyleyişle kırsalda geçen bir aşk ve
mutsuz bir evlilik hikâyesini anlatıyor fakat ne mutlu bana ki bana bundan
çok fazla şeyler de söyleyebildi… Değil dünyanın ortasındakilerin, tüm
dünyanın arzuları, duyguları aslında bir değil mi? Sevgi… Sevmek ve sevilmek…
Fakat duygular her zaman gerçeğe uymuyor ( belki biz uyduramıyoruz) Bu yüzden
oyunda da belirtildiği gibi sabrediyoruz, fakat nereye kadar? Oyundaki yün
yumakları sevdiğimizi de bizi seveni de bizi de birbirimize bağlayıp imkânsız
bir birliğe doğru sürüklemiyor mu? O imkânsız birlik de bizim gerçeğimiz
olmuyor mu? Kendi söylencemizi oluşturamıyoruz… Belki de o cesareti
kendimizde bulamıyoruz, koşup istediklerimizi elde edemiyoruz ve bize yalan
olan bir gerçekle baş başa kalıyoruz, bizim olmayan bir gerçekle… Sonra o
gerçeği kabullenip, yüreğimize ve gülüşümüze bin kilit vuruyoruz, peki kim
kazanıyor? Kim mutlu oluyor? Oyun işte bana tam da bunları hissettirdi… Tabi
bu hislerime ek olarak Can Atilla’nın muhteşem müziklerinin etkisi de
yadsınamaz… Sıkı bir Can Atilla takipçisi olarak keşke bu müzikleri (ve bu
vesileyle tüm oyunların müziklerini) cd formatında bulabilsek, hiç olmazsa
oyun girişlerinde ufak bir jest olarak sunulsa çok şık olmaz mı? Bu açıdan
Tolga Çebi’yi ve Oyun Atölyesi’ni de tebrik etmek gerekiyor, Türkiye’de bu
konseptte bir albüm yaptıkları için…
Oyunculuklarda ise beni en çok Ezgi Sümer Yolcu ve
Tomris İncer etkiledi… Bu oyun, Tomris İncer’in son oyunuymuş, işte beni
bambaşka sorulara yönelten bir olgu… Kimbilir belki başka tiyatrolarda
kendisini seyredebiliriz ama yine de düşünmeden edemiyorum… Son alkışlar, son
ezber, son sahne, belki de son ışıklar… Ama eminim o ışık, o enerji biz özgür
düşünceli seyirci ve sanatçılarda sürdüğü sürece sönmeyecektir… Bu vesile ile
tiyatroya, tiyatromuza emek vermiş tüm sanatçılarımıza bir vefa gösterelim ve
“tiyatronun özgür ışığını” söndürmeyelim…
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder