“Bazen düşmek gerekir…”
“Cam Yapraklar” adlı
oyunu yorumladığım bir önceki yazımda İkincikat’ın yenilikçi bakış açısının
tiyatromuza çok önemli bir soluk getirdiğini söylemiştim, dün gece
“Limonata”’yı seyrettikten sonra bu görüşümün doğruluğunu bir kere daha anladım
çünkü Limonata şimdiye kadar seyrettiğim oyunlar içerisinde en güzellerinden
biri olmakla kalmadı, aynı zamanda çok önemli bir sorunumuzu: eşcinselliği
derinlemesine sorun edinip sahneleyebilen cesur oyunlarımızdan biri olması
açısından önemli bir yere sahip oldu.
Oyun, bir televizyon
karesinde başlar: Genç sunucu (Heves Duygu Tüzün) ve yazar Müge (Banu Çiçek Barutçugil), Müge’nin ilk kitabı ve bu kitabın
başarısını konuşurlar, fakat sunucu sorduğu soruların cevabını almadan başka
sorularla Müge’yi sıkıştırır, toplumca
hiç de uzak olmadığımız magazin basınının adeta sanatçılardan hınç alma
sorununun bir örneğidir karşımızdaki. Nitekim Müge sözünün sürekli kesilmesine
en sonunda kızarak cevap verir. Ekran burada donar ve biz bu defa Müge’yi
annesiyle beraber televizyonda kendini izlerken görürüz, Müge durumdan hoşnut
değildir, fakat Anne (Deniz Türkali) memnundur, oyunun bütününe baktığımızda aslında bu
ailedeki anne-çocuk ilişkisine dair ufak da olsa bilgi sahibi oluruz.
Sonraki sahnelerde
ailenin erkek çocuklarıyla tanışırız: Yurtdışından yeni dönen Melih (Sezgi Mengi) ve askerde
ayaklarını kaybeden ve eşcinsel bir ilişki yaşayan Ege (Tevfik Şahin) ile sevgilisi Koray( Barış Gönenen)…
Fakat ailede yolunda gitmeyen “bir şeyler“ vardır, annenin aklı gidip gelmekte,
Müge, Melih’in dönmesine sevinmemektedir… Tüm bunların sebeplerini oyunun
ilerlemesiyle anlarız: Anneyi, kocası terk edip gitmiştir, Melih kimseye veda
etmeden Fransa’ya kaçmıştır. Anne eşcinsel oğlunu tanımamakta, abla bu ilişkiyi
görmezden gelmekte ama bir yandan kardeşinin hayatını sürdürmesine yardım
etmektedir… Melih’in yurtdışından dönüp abisinin yürüyemediğini ve eşcinsel
ilişkisini öğrenmesiyle durum daha da karışır. Tıpkı Müge’nin “anne bunlar ne,
neye bakıyorsun” deyip fotoğrafları odanın içine saçması gibi, aile
dağılmıştır, herkes bir yerlerdedir… Anne sevgi doludur ama hastadır… Melih,
“abi sen şey mi oldun?” diyerek homofob bakış açısını yansıtır, Ege, sevgilisi
Koray’ın “vicdani retçi” olmasını istemekte ve askerlikten hiç konuşmamaktadır, Müge ise hem herkesi bir araya getirmek
istemekte hem de tüm bunlardan yorulmuş durumdadır…
Birden çok mu karmaşık
gözüktü? Oysa tamamen bizlerin hayatını
yansıtıyor. Kahramanlarla özdeşleşmemiz için illa onların hayatlarını ya da
sorunlarını yaşamak zorunda değiliz, hepimizin ailesinde böyle sorunlar
yaşanmıyor mu? Ailesinde hiç sorun olmayan şanslı azınlıktan olmadığımıza göre…
Oyunda kardeşlerin
hepsi kendileriyle, birbirleriyle ve hayatlarıyla hesaplaşırlar, bu hiç de
kolay olmayacaktır, bazen bağıra çağıra, bazen sessizliğin gücüyle bazen de
salya sümük ağlayarak… Bu konuda oyuncuları ayrıca tebrik etmeliyim, çünkü
durumun perişanlığı ancak bu kadar gerçekçi bir üslupla verilebilirdi.
Bu hesaplaşmalar
sırasında, Ege’nin bir repliği ise durumu çok iyi özetlemekte: “Bazen düşmek
gerekir…” Durumu düşünebilmek, sorunu
çözebilmek için, peki Melih ve Müge, Ege’nin kendini tekerlekli sandalyeden
bıraktığı gibi düşebildiler mi? Müge bunu yazılarıyla yapıyordur aslında,
kitabı babası ve Melih’e adadığı için… Peki Melih? Oyun sonuna doğru onun da kendiyle
ve kardeşleriyle hesaplaşabildiğini görürüz fakat o yine de gitmeyi tercih
eder... Ege ise sevgilisinden ayrılmak zorunda kalacaktır, zira Koray askere gidecektir ve Ege kadar
güçlü olmadığını söyler, onun da herkes gibi kendiyle ve toplumla hesaplaşması
gerekmektedir…
“Limonata”
Sıfırnoktaiki Topluluğu tarafından sahnelenen Sami Berat Marçalı’ya ait ve
Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yönetmenliği ve Iraz Yöntem’in yardımcı
yönetmenliğini yaptığı bir oyun. Bu başarılı metin, başarılı bir sahneleme ve
her biri birer ders niteliğinde olabilecek oyunculuklarıyla düşündürüyor,
etkiliyor ve sorgulatıyor…
Tabi ki, Limonata
reflüsü olanlarda, hazımsızlık çekenlerde çeşitli olumsuz etkilere sebep
olabilir! Aç karnına içilemeyebilir... Ama benim – ve öyle zannediyorum ki tüm ekibin- dileği homofobinin
yok edilmesidir… Bu açıdan dilerim Limonata olumlu etkilere vesile olur. Dünya
ve başta toplum önce saygı, sonra da sevgiyle düzelir, daha iyi bir yere gelir…
Bunun için de birbirimizi dinlemek gerekir… Oyun sonunda bunu kardeşler
öğrenmiştir,birbirlerine sevgiyle sarılırlar ama tekrar karşımıza çıkan
sunucunun Müge’yi yine sorularıyla sıkıştırdığını görürüz, sunucu saygıyı,
karşısındakini dinlemeyi öğrenememiştir, peki ya biz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder