Yazan: Anthony Neilson
Çeviren:
Özlem Karadağ
Yöneten:
Sami Berat Marçalı
Koreografi:
Barış Gönenen
Müzik: Demir
Yağmur
Efekt: Özgür
Özgencer
Dekor: Sami
Berat Marçalı
Işık: Ushan
Çakır
Kostüm:
Meltem Tolan
Oynayanlar: Pınar Çağlar Gençtürk
Güçlü Yalçıner
Özgür Özgencer
Özge Keskin
Aziz Caner İnan
Aziz Caner İnan
İpek Banu Kılar
Murat Mahmutyazıcıoğlu
Tolga İskit
“Disosiyatif
bozukluklar, kişide kimlik, bellek, algı ve çevre ile ilgili duyumlar gibi
normalde bir bütün halinde çalışan işlevlerin bütünlüğünün bozulmasıdır.
Dissosiyasyon çoğunlukla travmaya karşı bir savunma düzeneği olarak ortaya
çıkar. Hastalık bu şekilde travmadan kaçmayı sağlarken aynı zamanda travmanın
kişinin yaşamı üzerindeki etkisini de geciktirir.”( kaynak: Wikipedia)
İnsan bir
saatini kaybederse ne olur? Disosya, disosiyatif bozukluğu olan Lisa’nın
dünyasını gösteriyor bize, hem de alışılmadık bir biçimde. Seyircilerin oyuna dâhil
edilişi, bugüne kadar izlediğim hiçbir oyunda (İkincikat oyunları da dâhil
olmak üzere) tanık olmadığım üzere sıradışıydı. Kafamdaki istediğim, sevdiğim
tiyatro tanımını gitgide oturttuğumu düşünüyorum. Zira oyunla birlikte
seyircinin oyuna dâhil edilişinin de ne derece önemli olduğunu gösteren bir
oyun Disosya.
Oyunda, bir
hastane odasıyla Lisa’nın bilinçaltı ve hayal dünyası arasında gidip geliriz. Peki,
neler vardır bu bilinçaltında? Korkular, günahlar, günah keçileri, yemin
alıcılar, masum bombalar, güvensizlik görevlileri? Lisa, alması gereken
ilaçlarını almadığı için hastane odasındadır ve bunun için bencillikle
suçlanır. Lisa’nın hastalığının sebebinin günümüz metropol yaşamında binlerce
sebebi olabilir fakat asıl sebep, çocukken uğradığı babasının tecavüzüdür. Lisa,
ilaçlarını almalı ve “normal” olmalıdır ki ablası istediği şeyleri yapabilsin,
annesi ve sevgilisi onun için üzülmesindir. Aslında, çevresindeki herkes kendi “ben”ini
düşünmekte fakat günah keçisi olarak da Lisa’yı göstermekte, onu bencillikle
suçlamaktadır, oysa Lisa kimseyi suçlamak istemez, karşısına çıkan günah
keçilerini bile…
Görüldüğü
gibi, oyunun altyapısı derin psikolojik olgu ve olaylara dayanıyor fakat
Disosya’nın eğlenceli ve güldüren yanını da görmezden gelmeyelim. İkincikat’ta
şimdiye kadar izlediğim oyunlar arasında en eğlencelisi olduğunu söylemeliyim.
Eğlenirken düşünmek ve düşünürken sıkılmamak, oyunlarda aradığım bir diğer
özellik… Tabi ki, düşünmek, bazen sıkılmayı da gerektirir, onu da kabul ederim ve
bu sebeble sevdiğim pek çok oyun da oldu fakat bazı tiyatrolarda izlediğim
oyunlar ağırlıkları gereği ya çok sıkıcıydılar ya da eğlenceleri sabun köpüğü
gibi anlıktı. Hâlbuki Disosya hem düşündürücü hem de eğlendiriciydi. Salonda,
kahkahaların eksik olmadığını da eklemeliyim.
Oyunculardan
bana geçen ilk duygu ise hepsinin oyunda yer almaktan mutluluk duydukları
hissiydi, zira oyun durağan olmadığı ve sürekli bir hareket gerektirdiği için,
tüm oyuncular bu hızlı tempoya uygun oyunculuklarla, göz kamaştırıyorlardı. Pınar
Çağlar Gençtürk’ün performansı hayranlık uyandırıcıydı. Olanlar karşısındaki
şaşkınlığı, kimi zaman sinirli tavırları, kimi zaman çaresizliği o kadar iyi
yansıtıyordu ki… Yemin alma ve kayıp eşya bürosu sahnelerinde Güçlü Yalçıner’in
oyunculuğu, keçi rolünde Aziz Caner İnan, Murat Mahmutyazıcıoğlu ile Tolga
İskit’in güvenlik görevlileri sahnesindeki diyalogları, ayrıca eşlikçiler Özgür
Özgencer, Özge Keskin ve İpek Banu Kılar’ın oyunculukları, hepsi oyunu bir
bütün haline getiriyordu ve çok başarılıydılar. Dans koreografisini de çok
beğendiğimi söylemeliyim. Bu koreografi ise Barış Gönenen’e ait.
Oyun,
girişte de belirttiğim gibi çok önemli mesajlar da içeriyor, bunun için hiçbir
satırı atlamayın derim. Anthony Neilson’un yazdığı bu oyunu, Özlem Karadağ
çevirmiş ve oyunun bu kadar akıcı olması da çevirinin bu denli başarılı
olmasına bağlı, çünkü kolay bir metin olduğunu düşünmüyorum Neilson’un
metninin, Türkçe’ye uyarlanması zor sözcükler barındırıyor.
Son söz
olarak gidilip görülmesini şiddetle tavsiye edeceğim bir oyun Disosya,
kaçırmayın!