SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

5 Mart 2012 Pazartesi

BENERCİ KENDİNİ NİÇİN ÖLDÜRDÜ


                               "BENERCİ KENDİNİ NİÇİN ÖLDÜRDÜ” ÜZERİNE


          “Kavganın içinde olmak mı yoksa kavganın dışında kalmak mı? Hangisi ölümcüldür?”






YAZAN: NAZIM HİKMET

YÖNETEN: MEHMET ULUSOY
DEKOR- KOSTÜM TASARIMI: MİCHEL LAUNAY    
MÜZİK: KUDSİ ERGÜNER
IŞIK TASARIMI: YAKUP ÇARTIK

KOREOGRAFİ: KÜRŞAT ALNIAÇIK

YÖNETMEN YARDIMCISI : KÜRŞAT ALNIAÇIK

OYUNCULAR:
CELAL KADRİ KINOĞLU
TANSEL ÖNGEL
KÜRŞAT ALNIAÇIK
HÜLYA ÇELİK
YURDAER OKUR
2002 AFİFE TİYATRO ÖDÜLLERİ:
YILIN EN BAŞARILI YAPIMI
YILIN EN BAŞARILI YÖNETMENİ
YILIN EN BAŞARILI SAHNE MÜZİĞİ
YILIN EN BAŞARILI SAHNE TASARIMCISI 


      “Benerci Kendini Niçin Öldürdü” Nazım Hikmet’in 1933’te yazdığı bir uzun şiirdir ve ilk kez 1980 yılında  Fransa’da Avignon Festivalinde Türk Tiyatrosu’nu uluslararası alana da başarıyla taşıyan Mehmet Ulusoy tarafından sergilenmiş olup, büyük yankılar uyandırmıştır…
       Doğrusunu söylemek gerekirse İstanbul Devlet Tiyatrosu mart ayı programını incelerken “Benerci Kendini Niçin Öldürdü”’yü görünce çok heyecanlandım, sadece büyük bir Nazım hayranı olduğum için değil, bu, çok önceden sergilenmiş ve çeşitli dallarda bir çok ödül almış şiir-anlatı ve oyunu görebilme şansına eriştiğim için, zira kaçırdığım için üzüldüğüm en önemli oyunlardan birisiydi… Eserin Nazım Hikmet’e ait olması dışında, çok etkilenerek takip ettiğim isimler de vardı, on iki yaşımda Tatlı Hayat dizisinde tanıyıp, çok beğendiğim fakat asıl değerini uzun yıllar sonra  Boris Vian’a ait “İmparatorluk Kuranlar” oyunundaki göz dolduran oyunculuğuyla bildiğim Celal Kadri Kınoğlu ya da sekiz yaşımda seyrettiğim Sıcak Saatler dizisinin “kötü adamı” Kürşat Alnıaçık’ı Cezmi Ersöz’e ait “Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk”’ta izleyip performansından çok etkilenmem gibi… Oyuna dair yorumuma başlamadan önce bu konudaki bir üzüntümü de belirtmek isterim, tiyatro sahnesinde “ canlı canlı” izlediğimiz bu usta oyuncularımızı keşke onların bu işe baş koyup, onca emek verdikleri tiyatro aktörlükleriyle tanısak da televizyonda görünce “aa ben bu aktörü /aktirisi şu oyunda seyretmiştim” diyebilsek, zira bizler gibi tiyatro sevdalısı büyük bir kesim olduğu kuşku götürmez bir gerçek fakat bir kesim var ki televizyonda görüp beğendiği aktörü ya da aktrisi oyunun adını bile kavrayamadan “ A’nın yeni oyunu varmış” diye tiyatroya gelmekte ve o oyundaki diğer emekçileri göz ardı ederek sadece televizyonda görüp sevdiği kişiye odaklanmakta… Belki, tiyatro, televizyon sayesinde daha fazla seyirci çekebilir ama bu seyircinin niteliğinin sorgulanması gerekir… Neticede ben de “Benerci’nin oyuncularıyla televizyonda tanışmıştım fakat şanslıyım ki televizyon ile çok önemli bir sanat olan tiyatronun değerlerini ayırmayı çoktan öğrenmişim…
         Öncelikle dekorla başlamalıyım, sahnede karşı karşıya olduğumuz çark bana iki şeyi düşündürdü, ilki Benerci ve arkadaşlarının çaresizliği… Bir çeşit Sisifos gibi, çabalıyorlar, emek harcıyorlar ama hep aynı yerde dönüyorlar,  ikincisi ise Nazım’ın düşünce dünyası… Nitekim Nazım dışındaki tüm karakterlerin çark içinde yer almaları da bu iki öğeyi destekliyor.
          Nazım’ı oynayan (daha doğrusu yaşayan mı demeliyim?) Celal Kadri Kınoğlu, çok doğru bir yorumla ve hüzünden öfkeye,  heyecandan sevince ani geçişlerinde ne kadar başarılı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor… Somadeva’yı canlandıran Kürşat Alnıaçık ise oyunda hareketli performansıyla dikkat çekiyordu. Özellikle oyunun sonlarına doğru çarkın üstündeki enerjik performansı bu rol için ne kadar doğru bir seçim olduğunun kanıtıdır…


    Benerci rolündeki Tansel Öngel’in ise çarkın içinde Nazım’ın söylediklerini tekrar ederken ya da arkadaşlarıyla diyalog halindeyken başarılı fakat Celal Kadri Kınoğlu ile diyalog halindeyken eşit düzeydeolmadığını düşünüyorum fakat bunu bir oyunculuk hatası olarak değil, canlı ve yazar olan Nazım ile can verdiği bir karakterin özelliklerinin aynı olmadığı şeklinde yorumladım…
   Yan rollerdeki Yurdaer Okur ve Hülya Çelik ise oyunun ritmine uyum sağlayan bir oyunculuk çıkarmışlar… Özellikle Yurdaer Okur’un oyunun sonlarına doğru Celal Kadri Kınoğlu ile olan diyoloğunda çok başarılı bir oyunculuk sergilediğini düşünüyorum, ki salondaki kahkahalar da bunun bir kanıtı olsa gerek…
        Oyun, çok büyük bir dikkat isteyen, çok katmanlı, güldürüye yer verse de asıl amacı düşündürmek olan bir metine sahip, bu sebeple rolleri gereği Celal Kadri Kınoğlu ve Yurdaer Okur dışında seyirciyle çok da iç içe olmayan bir oyun…

     Kudsi Ergüner’in müzikleri ise oyuna ayrı bir renk katmış… Michel Launay’ın düzenlediği dekorun yanında kostümlerin de ayrıca sade ve oyuna uygun olduğunu düşünüyorum… Ayrıca ışık tasarımı da özellikle çarkların hareketiyle çok uyumluydu…
        Sonuç olarak Kavganın içinde olmak mı yoksa kavganın dışında kalmak mı? Hangisi ölümcüldür?” sorusu çevresinde şekillenen, keyif için değil, düşünmek için seyredilmesi gereken ve çok büyük bir dikkat isteyen bir oyun “Benerci”… Birkaç kere izlenmesi gereken oyunlardan… Herkese tebrikler, huzurla uyu Nazım!




                     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder