SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

14 Mart 2012 Çarşamba

“CAM YAPRAKLAR”’IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


                        “CAM YAPRAKLAR”’IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
               
                      “İyi olman çok güzel, ama bunu herkese göstermene gerek yok…”


















“Cam Yapraklar” oyunu “Kürklü Merkür” ve “Kâinatın En Hızlı Saati”nden hatırlayabileceğimiz yazar Philip Ridley’in Yan Etki Tiyatro Topluluğu tarafından İkincikat’ta sahnelenen bir oyunu. Öncelikle söylemeliyim ki, Devlet ve Şehir Tiyatroları dışında İstanbul’da bir oyun görmek için gidebileceğimiz ve niteliksel bağlamda da beğeni toplayabilecek birçok tiyatro olması çok önemli bir nokta. Kumbaracı50, İkincikat, Dot “farklı ve yeni” tiyatro anlayışı dediğimiz zaman aklıma gelen ilk mekânlardan… Bu açıdan bahsedeceğim oyunun yorumlanabilmesi için tiyatroya değişik bir nokta veya noktalardan bakmak gerektiğini düşünüyorum ve de tiyatronun daha ileri noktalara gidebilmesi için de “klasik tiyatrocu geleneği”nden çıkılması gerektiğini savunuyorum. Ne mutlu ki, artık Devlet ve Şehir tiyatrolarında da bu klasik geleneğin bir parça olsun kırılabildiğini görüyoruz. Bu açıdan örnek vermek gerekirse Devlet tiyatrolarından “Yanık”, “Aşkın Sıradanlığı”, “Sidikli Kasabası Müzikali”, “Birdy”, “Profesyonel”, Şehir Tiyatrolarından ise “Kargaşa”, “Günlük Müstehcen Sırlar”, “Otobüs”, “Arzunun Onda Dokuzu” gibi oyunlar tiyatroya yeni ve taze bir soluk getiren oyunlardan… Amacım elbette böyle söyleyerek klasik gelenekli oyun ve oyuncuları suçlamak değil, örneğin Şehir tiyatrolarında “Şark Dişçisi” gibi klasik ama çok da etkileyici oyunlar da var, onları tenzih ediyorum, burada söylemek istediğim klasiğin yanında yeninin de yer alması gerektiği ve bunun için de çoğunlukla özel tiyatroların yaratıcı metinlerine ve yenilikçi sahneleme düzenlerine ihtiyaç duyulması gerektiği…
Oyuna dönecek olursak az evvel bahsettiğim “yenilikçi” özelliği Cam Yapraklar’ı sevmemin en önemli nedeni. Bana bugüne kadar göremediğim, düşünemediğim yeni şekiller ve yeni bir tiyatro dünyası sunması açısından çok önemli noktalara sahip bir oyundu. Oyunculuklar açısından da Stanislavski oyunculuğuna uygun, “ sade oyunculukla büyük söz söyleme” özelliği, oyunun çok önemli özelliklerinden birisi. Faik Ergin’in her an sahnede olması ve performansını hiç düşürmeden oyununu sürdürmesi, Ulaş Tuna Astepe’nin hastalıklı kardeşi başarıyla canlandırması, Melike Güner’in ilişkisindeki kararsız ve umutsuz karakteri sadelikle canlandırışı ve Şerif Sezer’in “kocamı, babamı gömdüm, bana bir şey olmaz” güçlülüğü ile oğullarıyla olan ilişkisini başarıyla yansıtmasıyla, oyunu “oynamadan oynamayı” bize göstermesi açısından oldukça etkileyici. Kuşkusuz bunda metnin başarılı çevirisinin de büyük payı var...

Savaştan bahseden bir metinle karşı karşıyayız. Savaş deyince aklınıza yalnızca büyük dünya savaşları gelmesin, kişisel savaşlar, çıkar kavgaları da bu savaşlara dâhil. Bu yüzden oyunda Auschwitz’den kıskançlığa kadar pek çok toplumsal ve kişisel savaş sebeplerini görebiliyoruz. Oyunun derinine inmek gerekirse, aile de en büyük savaş alanlarından biri. Merkezde yer alan bir ağabey, hastalıklı kardeşi Barry, ona bir bebek verecek olmakla mutlu olan ve sevgi bekleyen sevgilisi ve güçlü bir kadın portresi çizen annesi… Metin ilerledikçe ailede kaybedilen baba figürünün ve babanın öğretmen arkadaşının temsiliyle toplumun görüşünün önemsenmesini de görüyoruz.  Ego, kişinin en önemli düşmanlarından birisi olur eğitilmez ise ve bencil insanlar egolarına çok düşkündürler, çıkarcı insanlar da ve bir sorunla karşılaştıklarında en kolay bahaneyi sunarlar bize : “Virüs bulaşması.” Böyle söyleyerek kaçarlar, kendi kabukluklarında, oyunda Faik Ergin’in yaptığı gibi kendi bodrumlarına saklanırlar, arada sesler yükselir, sessizlik olur, tartışılır, başka yerlere gidilir, aileye yeni insanlar katılır ve hayat devam eder. “Cam Yapraklar” hepimizin hayatından sunulan küçük bir kesit aslında…
Son olarak söylemem gereken iki nokta ise: Sahne konumu gereği arkada oturan seyircilerin oyunun başında Ulaş Tuna Astepe’nin yerdeki sahnelerini görmekte zorlandığı… Oyunun süresinin ise tiyatro topluluğunun kararına kalmış bir durum olduğunu söyleyebilirim, neticede seyircinin de nicel ve nitel anlamda eğitilmesi gerektiğini düşünüyorum zira tiyatroların yenilikçiliğine biz seyircilerin de bir yerlerden uyum sağlamamız lazım.
            


                                                 

1 yorum:

  1. Yüreğine sağlık, ne güzel betimlemişsin, oyunun içinde hissettim kendimi.

    YanıtlaSil