“CAM
YAPRAKLAR”’IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
“İyi olman çok güzel, ama bunu
herkese göstermene gerek yok…”
“Cam
Yapraklar” oyunu “Kürklü Merkür” ve “Kâinatın En Hızlı Saati”nden
hatırlayabileceğimiz yazar Philip Ridley’in Yan Etki Tiyatro Topluluğu tarafından
İkincikat’ta sahnelenen bir oyunu. Öncelikle söylemeliyim ki, Devlet ve Şehir
Tiyatroları dışında İstanbul’da bir oyun görmek için gidebileceğimiz ve niteliksel
bağlamda da beğeni toplayabilecek birçok tiyatro olması çok önemli bir nokta.
Kumbaracı50, İkincikat, Dot “farklı ve yeni” tiyatro anlayışı dediğimiz zaman
aklıma gelen ilk mekânlardan… Bu açıdan bahsedeceğim oyunun yorumlanabilmesi
için tiyatroya değişik bir nokta veya noktalardan bakmak gerektiğini
düşünüyorum ve de tiyatronun daha ileri noktalara gidebilmesi için de “klasik
tiyatrocu geleneği”nden çıkılması gerektiğini savunuyorum. Ne mutlu ki, artık
Devlet ve Şehir tiyatrolarında da bu klasik geleneğin bir parça olsun kırılabildiğini
görüyoruz. Bu açıdan örnek vermek gerekirse Devlet tiyatrolarından “Yanık”, “Aşkın
Sıradanlığı”, “Sidikli Kasabası Müzikali”, “Birdy”, “Profesyonel”, Şehir
Tiyatrolarından ise “Kargaşa”, “Günlük Müstehcen Sırlar”, “Otobüs”, “Arzunun
Onda Dokuzu” gibi oyunlar tiyatroya yeni ve taze bir soluk getiren oyunlardan…
Amacım elbette böyle söyleyerek klasik gelenekli oyun ve oyuncuları suçlamak
değil, örneğin Şehir tiyatrolarında “Şark Dişçisi” gibi klasik ama çok da
etkileyici oyunlar da var, onları tenzih ediyorum, burada söylemek istediğim
klasiğin yanında yeninin de yer alması gerektiği ve bunun için de çoğunlukla
özel tiyatroların yaratıcı metinlerine ve yenilikçi sahneleme düzenlerine
ihtiyaç duyulması gerektiği…
Oyuna
dönecek olursak az evvel bahsettiğim “yenilikçi” özelliği Cam Yapraklar’ı
sevmemin en önemli nedeni. Bana bugüne kadar göremediğim, düşünemediğim yeni
şekiller ve yeni bir tiyatro dünyası sunması açısından çok önemli noktalara
sahip bir oyundu. Oyunculuklar açısından da Stanislavski oyunculuğuna uygun, “
sade oyunculukla büyük söz söyleme” özelliği, oyunun çok önemli özelliklerinden
birisi. Faik Ergin’in her an sahnede olması ve performansını hiç düşürmeden
oyununu sürdürmesi, Ulaş Tuna Astepe’nin hastalıklı kardeşi başarıyla
canlandırması, Melike Güner’in ilişkisindeki kararsız ve umutsuz karakteri
sadelikle canlandırışı ve Şerif Sezer’in “kocamı, babamı gömdüm, bana bir şey
olmaz” güçlülüğü ile oğullarıyla olan ilişkisini başarıyla yansıtmasıyla, oyunu
“oynamadan oynamayı” bize göstermesi açısından oldukça etkileyici. Kuşkusuz bunda
metnin başarılı çevirisinin de büyük payı var...
Savaştan
bahseden bir metinle karşı karşıyayız. Savaş deyince aklınıza yalnızca büyük
dünya savaşları gelmesin, kişisel savaşlar, çıkar kavgaları da bu savaşlara dâhil.
Bu yüzden oyunda Auschwitz’den kıskançlığa kadar pek çok toplumsal ve kişisel
savaş sebeplerini görebiliyoruz. Oyunun derinine inmek gerekirse, aile de en
büyük savaş alanlarından biri. Merkezde yer alan bir ağabey, hastalıklı kardeşi
Barry, ona bir bebek verecek olmakla mutlu olan ve sevgi bekleyen sevgilisi ve
güçlü bir kadın portresi çizen annesi… Metin ilerledikçe ailede kaybedilen baba
figürünün ve babanın öğretmen arkadaşının temsiliyle toplumun görüşünün
önemsenmesini de görüyoruz. Ego, kişinin
en önemli düşmanlarından birisi olur eğitilmez ise ve bencil insanlar egolarına
çok düşkündürler, çıkarcı insanlar da ve bir sorunla karşılaştıklarında en
kolay bahaneyi sunarlar bize : “Virüs bulaşması.” Böyle söyleyerek kaçarlar,
kendi kabukluklarında, oyunda Faik Ergin’in yaptığı gibi kendi bodrumlarına
saklanırlar, arada sesler yükselir, sessizlik olur, tartışılır, başka yerlere
gidilir, aileye yeni insanlar katılır ve hayat devam eder. “Cam Yapraklar” hepimizin
hayatından sunulan küçük bir kesit aslında…
Son
olarak söylemem gereken iki nokta ise: Sahne konumu gereği arkada oturan
seyircilerin oyunun başında Ulaş Tuna Astepe’nin yerdeki sahnelerini görmekte
zorlandığı… Oyunun süresinin ise tiyatro topluluğunun kararına kalmış bir durum
olduğunu söyleyebilirim, neticede seyircinin de nicel ve nitel anlamda eğitilmesi
gerektiğini düşünüyorum zira tiyatroların yenilikçiliğine biz seyircilerin de bir yerlerden uyum sağlamamız lazım.
Yüreğine sağlık, ne güzel betimlemişsin, oyunun içinde hissettim kendimi.
YanıtlaSil