“SANAT” DEYİNCE…
Yazan: Yasmina Reza
Çevirmen: Gencay Gürün
Yöneten: Atilla Şendil
Dekor Tasarım: İlayda Çeşmecioğlu
Işık Tasarım: Sema Öztaş
Kostüm: Seval İşgören
Müzik: Server Acim
Oyuncular: Bekir Aksoy, Hakan Gerçek, Rüzgar Aksoy
Başıma çok gelmiştir. “Aman Onur bu film de ne
anlatıyor, bu kitap çok ağır, sen de ne anlıyorsun bundan, boşver bunları…”
diyenlerin sayısı -ne yazık ki- hiç de az değildir. Sanat yapıtlarını özümsemek
elbette her zaman kolay olmayabilir ve olmamalıdır da ki bize de kendimizi ve zekâmızı
geliştirme imkânı versin…
Ben artık bir yapıta direk “sevdim” ya da “sevmedim” diyemiyorum. O yapıtı izlerken ilk aşamada
sıkılsam bile sonradan düşününce aslında ne kadar dolu ve verici bir eser
olduğunu algılıyorum. Bence bir eserin önemi de buradadır. Düşünme payı
bırakması. Şayet bırakmıyorsa yüzeyselliğe kaçmıştır.
“Sanat” oyununun çıkış noktası ise Serge’in (Hakan
Gerçek) beyaz üzerine beyaza çok yakın tonlarla çizilmiş bir tabloya iki yüz
bin değerinde bir rakam ödemesinin Marc’ı ( Bekir Aksoy) rahatsız etmesi. Marc bu
duruma büyük bir tepki gösterir. Burada sorgulamamız gereken çeşitli noktalar
var: “Bir sanat eseri, neye göre
değerlenir?” , “arkadaşlarımızın zevklerine nereye kadar karışma hakkımız
vardır?”…
Oyundaki tablonun abartısının durumun önemini
anlatmakta önemli olduğunu düşünüyorum. Zira
“arkadaşlık” kavramı özünde sevgiden de önce saygıya dayanmalıdır. Ne var ki,
bu her zaman böyle olmaz. Dostlarımız, bizim zevklerimizi anlamadıkları için önemsemezler,
bizi yönetmeye çalışır, bize kendi zevklerinin en doğru olduğunu benimsetmeye
çalışırlar, belki bilinçsizce yapılır bu davranış ancak kendi zevklerinin
üstünlüğünü kabul ettirmek, anlamadan yargıladıkları sanat eserlerini
incelemekten ( sevmek demiyorum) daha kolaydır. Burada bir sevgisizlik değildir
söz konusu olan. Marc, Serge’i sevmese onunla vakit geçirmek istemezdi. Ne var
ki önemini yitiren, saygı ve anlayış kavramlarıdır. İşte bu noktada “arkadaşlık”
kavramını sorgulatır oyun bizlere, Ivan’ın (Rüzgar Aksoy) da katılmasıyla,
hesaplaşma başlar.
“Van Gogh” ve “Üstü Kalsın” oyunlarından bildiğim
Hakan Gerçek, “Ay Tedirginliği” oyununda izlediğim Bekir Aksoy ve ilk defa bu
oyunda izleyip performansını beğendiğim Rüzgar Aksoy, sade oyunculuklarla,
hikayeyi gerçekçi kılıyorlar. Yasmina Reza, 2010 yılında Devlet Tiyatrosunda
izlediğim “Vahşet Tanrısı” oyunun yazarı. Bu metin, 2011 yılında Roman Polanski
tarafından filme de alınmıştı. Özlerinde aynı sorunu anlatıyor metinler:
Çevremize nasıl davrandığımız, nasıl bir insan olduğumuz ve saygı kavramına
yaklaşımımız. Oyunda, metnin ve oyunculukların birbirini tamamladığını
düşünüyorum, birbirlerini geçme derdinde değiller. Metin, oyunculara iyi bir
deneyim sunarken, oyuncular da bu deneyimi başarıyla değerlendiriyorlar. Oyunun
rejisi ise “Michelangelo” adlı oyundan
bildiğim (bloğumda yazmıştım ama yine tekrarlayayım, kaçırmayın, bilet
bulunmuyor) Atilla Şendil’e ait. O oyunda başroldeydi. “Sanat”’ı seyirciyi
sıkmadan, ona düşünme payı bırakacak şekilde yönetmiş Şendil. Metnin kusursuz
çevirisi ise Gencay Gürün’e ait.
Sözlerime ek olarak şunu söylemek isterim ki sanat
hayatımızın önemli bir noktasıdır, iyi ki de öyledir, ne var ki biz bu sanatı,
günlük yaşamımıza da uygularsak, yaşamımız daha keyifli olacaktır. Hayatı,
sanat gibi yaşamak dileğiyle…
Bir solukta okudum. Gerçeği arkamıza almak ne mümkün sanatı seven ve sohbet eden bir insan bulsam büyük ikramiye kazanmış gibi hissediyorum.
YanıtlaSil