SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

3 Ekim 2012 Çarşamba

ÇİRKİN


                           
                                         ÇİRKİN


 Yazan: Marius von Mayenburg
 Çeviren: Serdar Biliş
 Yöneten: Metin Belgin
 Dramaturg: Selen Korad Birkiye
 Dekor-Kostüm: Medine Yavuz
Işık: Önder Ay
 Oyuncular: Tolga Evren
                    Simay Tuna
                     Nişan Şirinyan
                     Şamil Kafkas

Sıkı bir tiyatro seyircisi olduğumu düşündüğüm son üç seneden beri tesadüfî bir şekilde her sene Devlet Tiyatroları sezonunu hep Beyoğlu Küçük Sahne’de açmışımdır… Bu salon,- her ne kadar İstiklal’in gürültüsünü içine alsa da- bana tarihi dokusuyla, korunmuşluğuyla hep ilgi çekici gelmiştir. Fakat “eskilik” temizlik anlamında bir sorun yaratmakta: Elbette ki görevliler bu konuda hassaslardır fakat kuzenim astım krizi tuttuğu için buradaki bir oyundan yarıda çıkmak zorunda kalmıştı, dün akşam oyuna beraber gittiğim arkadaşımınsa toz yüzünden alerjisi başladı. Bunu oyuna dair yorumlarımdan önce söylemek istedim çünkü Devlet Tiyatroları’nın Üsküdar, Kartal, Cevahir gibi modern sahnelerin yanında, Küçük Sahne gibi nostaljik salonlara sahip olması çok hoş fakat bu sorunun önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum…

Çocukluğumuza dönelim, ilkokul yıllarına, henüz masumiyetimizin bozulmadığı o yıllara… Benim bu dönemlerden özellikle hatırladığım iki kavram var: Güzellik ve çirkinlik… Önceleri oyunu oynanırdı, fakat büyüdükçe iş bir “oyundan” çok giderek bir suçlamaya, insanları sınıflandırmaya dönüşmeye başladı. A güzeldi, B yakışıklıydı fakat z hiç güzel değil, x ise çok çirkindi… “Aslında çok iyi biri ama şey… Biraz çirkin, yani çok güzel/yakışıklı değil, yani bayağı bir çirkin…” Siz, hayatınızda bu sözlere ne kadar tanık oldunuz bilemiyorum ama şahsen bugüne kadarki yaşamımda bu sözün veya benzerlerinin söylendiğine çoğu kez tanık olduğumu söyleyebilirim. Güzellik ve yakışıklılık ne kadar bir artıysa, çirkinlik de o kadar eksiydi, olumsuzluktu. Büyüyüp iş hayatına girmek istediğimizde ise, özgeçmişimizde “presentable” olmamız isteniyordu bizden. Elbette iş görüşmelerinde, sunumlarda veya çalışırken “pasaklı” bir görüntü çizilmemeli, iş hayatına “özen” hâkim olmalı fakat iş hayatının kurallarını da fiziksel özellikler belirlememeli… Önceliği iş yetisi ve zekâ almalı… İşte “Çirkin” tam da burada başlıyor… Belki bu eksikliğiniz defalarca yüzünüze vurulmuştur ama oyundaki gibi çirkinliğinizle daha evvel hiç yüzleşmemiş de olabilirsiniz… Zaten yüzleştiyseniz, ya kabul eder, yaşamınıza devam edersiniz ya da başka çözümler üretirsiniz… İşte “çirkin” kahramanımız da bu çözümü “estetik”te buluyor ve kendi “özgün” yüzünü kaybetmek pahasına başka bir yüzü kendi yüzüne kabul ediyor. Burada ister istemez aklıma, popüler dünyada –çeşitli nedenlerden- estetik yaptıran ünlüler geldi. Ne acıdır ki fiziksel olarak giderek birbirlerine benzemeye başlıyorlardı, bunun farkında mı değillerdi yoksa umursamıyorlar mıydı? Yeter ki eski yüzleri unutulsun muydu? Burada aslında, çok derin ruhsal bozukluklar veya yetersizlikler bulunduğunu düşünüyorum. Elbette çeşitli durumlarda estetik yaptırılmalıdır, örneğin kaza geçirirsiniz, yüzünüz parçalanabilir veya fiziğinizle ilgili bir fiziki rahatsızlığınız vardır ama sadece toplum tarafından güzellik beğenisi sınıflamasında çok aşağılarda kaldığı için bıçak altına yatmaya gelince, derinlemesine düşündüm. İnsan, çirkin olsa bile, - kaldı ki matematik hesabından bahsetmiyoruz, kişiye göre değişen bir dereceleme sistemidir söz konusu olan- gerek insani özellikleriyle gerek zekâsıyla sosyal hayatta gayet başarılı olabilir. Fakat görselliğin öneminin ve yaşamın hızının artmasıyla insanlar sanırım artık başkaları hakkında derinlemesine düşünmekten çok bir an önce kesin bir yargıya varmak istiyorlar ki bu hiç de tasvip etmediğim bir durum.

Oyundan alıntılayacak olursam yüzünü değiştiren kahramanımız daha önce hiç karşılaşmadığı özgüveniyle, estetik olduktan hemen sonra tanışır ve artık toplum tarafından yakışıklılığı onay gördüğü için çok da dikkat çekici hale gelir. Bu da onun bir özgüven patlaması yaşamasını sağlar. Ne var ki bu özgüven yanıltıcıdır, özden gelmediği sürece ne kadar sağlam olursa olsun güveni tamamen kazanamayız. Özgüven sahibi insanlar bile, hayatlarında özgüvensizliğe düşerken, insan kendini nasıl birkaç metal aletin garantisine bırakabilir ki? Görüldüğü gibi psikolojik açıdan çok da sağlıklı bir ruh yapısı ile karşı karşıya değiliz ve bu durum takıntıdan çok büyük ruhsal rahatsızlıklara kadar gidebilir. Bunun için de estetisyenlerden önce psikologlarla görüşülmesi taraftarıyım.

Görüldüğü gibi Çirkin, size güzellik, çirkinlik, estetik kavramlarını sorgulatıyor, hem de büyük emekle çalıştığı hissedilen bir ekiple. Oyunun yönetmeni, geçen sezon izlediğim Kontrabas ve Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni oyunlarından tanıdığım Metin Belgin… Oyuncularsa, Karanlık İşler ve At oyunlarında seyrettiğim Tolga Evren, ki oyunun baş kahramanı olarak az evvel bahsettiğim özgüven patlaması ve devamında gelen süreci çok iyi yansıttığını düşünüyorum, temposunu hiç düşürmedi ve karakterini ne kadar iyi çözümlediğini oyunculuğuyla gösterdi. Bu oyunla beraber kendisini tanıdığım Simay Tuna, geçen sezon Opera Komik’te izlediğim Nişan Şirinyan ve daha önce “Anita’nın Aşkı” oyunundan hatırladığım ve bu oyunda birden çok karakteri başarıyla yansıttığını düşündüğüm Şamil Kafkas ise “Çirkin”’in etrafındaki karakterler. Bu karakterler birden fazla rolü oynadığı ve geçişler de çok iyi sağlandığı için oyunu dikkatiniz dağılmadan izleyebiliyorsunuz.

Benim oyuna dair tek olumsuz eleştirim, metne dair: İlk defa Marius Von Mayenburg’a ait bir oyun izledim ve metnin çok daha vurucu olabileceğini düşündüm, elbette bu yazarın seçimidir, bana daha derinlemesine yazılabilir ve incelenebilirmiş gibi geldi… Belki o zaman daha vurucu olabilirdi “Çirkin…”



                                                   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder