ÇİRKİN
Yazan: Marius von Mayenburg
Çeviren: Serdar
Biliş
Yöneten: Metin
Belgin
Dramaturg:
Selen Korad Birkiye
Dekor-Kostüm:
Medine Yavuz
Işık: Önder Ay
Oyuncular:
Tolga Evren
Simay Tuna
Nişan Şirinyan
Şamil Kafkas
Sıkı bir tiyatro seyircisi olduğumu düşündüğüm son
üç seneden beri tesadüfî bir şekilde her sene Devlet Tiyatroları sezonunu hep
Beyoğlu Küçük Sahne’de açmışımdır… Bu salon,- her ne kadar İstiklal’in
gürültüsünü içine alsa da- bana tarihi dokusuyla, korunmuşluğuyla hep ilgi
çekici gelmiştir. Fakat “eskilik” temizlik anlamında bir sorun yaratmakta:
Elbette ki görevliler bu konuda hassaslardır fakat kuzenim astım krizi tuttuğu
için buradaki bir oyundan yarıda çıkmak zorunda kalmıştı, dün akşam oyuna
beraber gittiğim arkadaşımınsa toz yüzünden alerjisi başladı. Bunu oyuna dair
yorumlarımdan önce söylemek istedim çünkü Devlet Tiyatroları’nın Üsküdar,
Kartal, Cevahir gibi modern sahnelerin yanında, Küçük Sahne gibi nostaljik
salonlara sahip olması çok hoş fakat bu sorunun önemli bir nokta olduğunu
düşünüyorum…
Çocukluğumuza dönelim, ilkokul yıllarına, henüz
masumiyetimizin bozulmadığı o yıllara… Benim bu dönemlerden özellikle
hatırladığım iki kavram var: Güzellik ve çirkinlik… Önceleri oyunu oynanırdı,
fakat büyüdükçe iş bir “oyundan” çok giderek bir suçlamaya, insanları
sınıflandırmaya dönüşmeye başladı. A güzeldi, B yakışıklıydı fakat z hiç güzel
değil, x ise çok çirkindi… “Aslında çok iyi biri ama şey… Biraz çirkin, yani
çok güzel/yakışıklı değil, yani bayağı bir çirkin…” Siz, hayatınızda bu sözlere
ne kadar tanık oldunuz bilemiyorum ama şahsen bugüne kadarki yaşamımda bu sözün
veya benzerlerinin söylendiğine çoğu kez tanık olduğumu söyleyebilirim.
Güzellik ve yakışıklılık ne kadar bir artıysa, çirkinlik de o kadar eksiydi,
olumsuzluktu. Büyüyüp iş hayatına girmek istediğimizde ise, özgeçmişimizde
“presentable” olmamız isteniyordu bizden. Elbette iş görüşmelerinde, sunumlarda
veya çalışırken “pasaklı” bir görüntü çizilmemeli, iş hayatına “özen” hâkim
olmalı fakat iş hayatının kurallarını da fiziksel özellikler belirlememeli…
Önceliği iş yetisi ve zekâ almalı… İşte “Çirkin” tam da burada başlıyor… Belki
bu eksikliğiniz defalarca yüzünüze vurulmuştur ama oyundaki gibi
çirkinliğinizle daha evvel hiç yüzleşmemiş de olabilirsiniz… Zaten
yüzleştiyseniz, ya kabul eder, yaşamınıza devam edersiniz ya da başka çözümler
üretirsiniz… İşte “çirkin” kahramanımız da bu çözümü “estetik”te buluyor ve
kendi “özgün” yüzünü kaybetmek pahasına başka bir yüzü kendi yüzüne kabul
ediyor. Burada ister istemez aklıma, popüler dünyada –çeşitli nedenlerden-
estetik yaptıran ünlüler geldi. Ne acıdır ki fiziksel olarak giderek
birbirlerine benzemeye başlıyorlardı, bunun farkında mı değillerdi yoksa
umursamıyorlar mıydı? Yeter ki eski yüzleri unutulsun muydu? Burada aslında,
çok derin ruhsal bozukluklar veya yetersizlikler bulunduğunu düşünüyorum.
Elbette çeşitli durumlarda estetik yaptırılmalıdır, örneğin kaza geçirirsiniz,
yüzünüz parçalanabilir veya fiziğinizle ilgili bir fiziki rahatsızlığınız
vardır ama sadece toplum tarafından güzellik beğenisi sınıflamasında çok
aşağılarda kaldığı için bıçak altına yatmaya gelince, derinlemesine düşündüm.
İnsan, çirkin olsa bile, - kaldı ki matematik hesabından bahsetmiyoruz, kişiye
göre değişen bir dereceleme sistemidir söz konusu olan- gerek insani
özellikleriyle gerek zekâsıyla sosyal hayatta gayet başarılı olabilir. Fakat
görselliğin öneminin ve yaşamın hızının artmasıyla insanlar sanırım artık
başkaları hakkında derinlemesine düşünmekten çok bir an önce kesin bir yargıya
varmak istiyorlar ki bu hiç de tasvip etmediğim bir durum.
Oyundan alıntılayacak olursam yüzünü değiştiren
kahramanımız daha önce hiç karşılaşmadığı özgüveniyle, estetik olduktan hemen
sonra tanışır ve artık toplum tarafından yakışıklılığı onay gördüğü için çok da
dikkat çekici hale gelir. Bu da onun bir özgüven patlaması yaşamasını sağlar.
Ne var ki bu özgüven yanıltıcıdır, özden gelmediği sürece ne kadar sağlam olursa
olsun güveni tamamen kazanamayız. Özgüven sahibi insanlar bile, hayatlarında
özgüvensizliğe düşerken, insan kendini nasıl birkaç metal aletin garantisine
bırakabilir ki? Görüldüğü gibi psikolojik açıdan çok da sağlıklı bir ruh yapısı
ile karşı karşıya değiliz ve bu durum takıntıdan çok büyük ruhsal
rahatsızlıklara kadar gidebilir. Bunun için de estetisyenlerden önce
psikologlarla görüşülmesi taraftarıyım.
Görüldüğü gibi Çirkin, size güzellik, çirkinlik,
estetik kavramlarını sorgulatıyor, hem de büyük emekle çalıştığı hissedilen bir
ekiple. Oyunun yönetmeni, geçen sezon izlediğim Kontrabas ve Ne Güzel Şey
Hatırlamak Seni oyunlarından tanıdığım Metin Belgin… Oyuncularsa, Karanlık
İşler ve At oyunlarında seyrettiğim Tolga Evren, ki oyunun baş kahramanı olarak
az evvel bahsettiğim özgüven patlaması ve devamında gelen süreci çok iyi
yansıttığını düşünüyorum, temposunu hiç düşürmedi ve karakterini ne kadar iyi
çözümlediğini oyunculuğuyla gösterdi. Bu oyunla beraber kendisini tanıdığım
Simay Tuna, geçen sezon Opera Komik’te izlediğim Nişan Şirinyan ve daha önce
“Anita’nın Aşkı” oyunundan hatırladığım ve bu oyunda birden çok karakteri
başarıyla yansıttığını düşündüğüm Şamil Kafkas ise “Çirkin”’in etrafındaki
karakterler. Bu karakterler birden fazla rolü oynadığı ve geçişler de çok iyi
sağlandığı için oyunu dikkatiniz dağılmadan izleyebiliyorsunuz.
Benim oyuna dair tek olumsuz eleştirim, metne dair:
İlk defa Marius Von Mayenburg’a ait bir oyun izledim ve metnin çok daha vurucu
olabileceğini düşündüm, elbette bu yazarın seçimidir, bana daha derinlemesine
yazılabilir ve incelenebilirmiş gibi geldi… Belki o zaman daha vurucu
olabilirdi “Çirkin…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder