SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

21 Eylül 2012 Cuma

DİSOSYA


                                 DİSOSYA

                
                

Yazan: Anthony Neilson
Çeviren: Özlem Karadağ
Yöneten: Sami Berat Marçalı
Koreografi: Barış Gönenen
Müzik: Demir Yağmur
Efekt: Özgür Özgencer
Dekor: Sami Berat Marçalı
Işık: Ushan Çakır
Kostüm: Meltem Tolan

Oynayanlar: Pınar Çağlar Gençtürk
                   Güçlü Yalçıner
                        Özgür Özgencer
                   Özge Keskin
                   Aziz Caner İnan
                   İpek Banu Kılar
                   Murat Mahmutyazıcıoğlu
                   Tolga İskit

“Disosiyatif bozukluklar, kişide kimlik, bellek, algı ve çevre ile ilgili duyumlar gibi normalde bir bütün halinde çalışan işlevlerin bütünlüğünün bozulmasıdır. Dissosiyasyon çoğunlukla travmaya karşı bir savunma düzeneği olarak ortaya çıkar. Hastalık bu şekilde travmadan kaçmayı sağlarken aynı zamanda travmanın kişinin yaşamı üzerindeki etkisini de geciktirir.”( kaynak: Wikipedia)

İnsan bir saatini kaybederse ne olur? Disosya, disosiyatif bozukluğu olan Lisa’nın dünyasını gösteriyor bize, hem de alışılmadık bir biçimde. Seyircilerin oyuna dâhil edilişi, bugüne kadar izlediğim hiçbir oyunda (İkincikat oyunları da dâhil olmak üzere) tanık olmadığım üzere sıradışıydı. Kafamdaki istediğim, sevdiğim tiyatro tanımını gitgide oturttuğumu düşünüyorum. Zira oyunla birlikte seyircinin oyuna dâhil edilişinin de ne derece önemli olduğunu gösteren bir oyun Disosya.

Oyunda, bir hastane odasıyla Lisa’nın bilinçaltı ve hayal dünyası arasında gidip geliriz. Peki, neler vardır bu bilinçaltında? Korkular, günahlar, günah keçileri, yemin alıcılar, masum bombalar, güvensizlik görevlileri? Lisa, alması gereken ilaçlarını almadığı için hastane odasındadır ve bunun için bencillikle suçlanır. Lisa’nın hastalığının sebebinin günümüz metropol yaşamında binlerce sebebi olabilir fakat asıl sebep, çocukken uğradığı babasının tecavüzüdür. Lisa, ilaçlarını almalı ve “normal” olmalıdır ki ablası istediği şeyleri yapabilsin, annesi ve sevgilisi onun için üzülmesindir. Aslında, çevresindeki herkes kendi “ben”ini düşünmekte fakat günah keçisi olarak da Lisa’yı göstermekte, onu bencillikle suçlamaktadır, oysa Lisa kimseyi suçlamak istemez, karşısına çıkan günah keçilerini bile…

Görüldüğü gibi, oyunun altyapısı derin psikolojik olgu ve olaylara dayanıyor fakat Disosya’nın eğlenceli ve güldüren yanını da görmezden gelmeyelim. İkincikat’ta şimdiye kadar izlediğim oyunlar arasında en eğlencelisi olduğunu söylemeliyim. Eğlenirken düşünmek ve düşünürken sıkılmamak, oyunlarda aradığım bir diğer özellik… Tabi ki, düşünmek, bazen sıkılmayı da gerektirir, onu da kabul ederim ve bu sebeble sevdiğim pek çok oyun da oldu fakat bazı tiyatrolarda izlediğim oyunlar ağırlıkları gereği ya çok sıkıcıydılar ya da eğlenceleri sabun köpüğü gibi anlıktı. Hâlbuki Disosya hem düşündürücü hem de eğlendiriciydi. Salonda, kahkahaların eksik olmadığını da eklemeliyim.

Oyunculardan bana geçen ilk duygu ise hepsinin oyunda yer almaktan mutluluk duydukları hissiydi, zira oyun durağan olmadığı ve sürekli bir hareket gerektirdiği için, tüm oyuncular bu hızlı tempoya uygun oyunculuklarla, göz kamaştırıyorlardı. Pınar Çağlar Gençtürk’ün performansı hayranlık uyandırıcıydı. Olanlar karşısındaki şaşkınlığı, kimi zaman sinirli tavırları, kimi zaman çaresizliği o kadar iyi yansıtıyordu ki… Yemin alma ve kayıp eşya bürosu sahnelerinde Güçlü Yalçıner’in oyunculuğu, keçi rolünde Aziz Caner İnan, Murat Mahmutyazıcıoğlu ile Tolga İskit’in güvenlik görevlileri sahnesindeki diyalogları, ayrıca eşlikçiler Özgür Özgencer, Özge Keskin ve İpek Banu Kılar’ın oyunculukları, hepsi oyunu bir bütün haline getiriyordu ve çok başarılıydılar. Dans koreografisini de çok beğendiğimi söylemeliyim. Bu koreografi ise Barış Gönenen’e ait.

Oyun, girişte de belirttiğim gibi çok önemli mesajlar da içeriyor, bunun için hiçbir satırı atlamayın derim. Anthony Neilson’un yazdığı bu oyunu, Özlem Karadağ çevirmiş ve oyunun bu kadar akıcı olması da çevirinin bu denli başarılı olmasına bağlı, çünkü kolay bir metin olduğunu düşünmüyorum Neilson’un metninin, Türkçe’ye uyarlanması zor sözcükler barındırıyor.

Son söz olarak gidilip görülmesini şiddetle tavsiye edeceğim bir oyun Disosya, kaçırmayın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder