AUT
“Kötülükten gördüğüm iyiliği başka hiçbir şeyden görmedim…”
Yazan: Alper Kul- Özgür Ozgülgün
Yöneten: Eyüp Emre Uçaray
Yardımcı Yönetmen: Heves Duygu Tüzün
Oynayanlar: Ferit
Kaya (Sarı)
Erkan Kolçak Köstendil (Zehir)
Taner
Ölmez (Boza)
İhsan
Ceylan (Fidel)
Sinan
Arslan (Öcü)
Ömer
Güneş (Çocuk)
Volkan Çolpan (Oswald)
Doğan Kecin (Reis)
İncinur Daşdemir
(Manita)
İnsan, hayatında kendini geliştirmek istiyorsa ilgisini hemen
her konuda duyarlı bir düzeyde tutmalı diye düşünürüm… “Aut” benim bu amaçla
bilet aldığım bir oyundu. Çünkü futbolla özel bir alakam olmamasına rağmen, bu
yola baş koyan “koyu fanatikleri” daha yakından tanımanın bakış açımı
zenginleştireceğini düşünüyordum. Bahsettiğim ““koyu fanatikleri” daha yakından
tanımak için maça gidilemez mi?”, ya da “maç muhabbeti yapılan ortamlar yeterli
değil midir?” diye de sorulabilir bu noktada, ne var ki oyunculuklar ve oyunun
kesinlikle sığ bir anlatıma sahip olmaması, oyunu etkileyici kılıyor.
Oyunu izledikten sonra, benim düşündüğüm nokta ise futboldan
çok futbolu bir nevi bir din gibi görüp, ona imanla bağlananlar, futbol için
gerekirse canını vermekten kaçınmayan, onun için kapı tutan, adam paketleyen,
kavga eden insanların psikolojileri… “Aut”’u izlerken hem gülüyor hem
düşünüyorsunuz… Benim düşündüğüm nokta ise işte bu psikolojik noktaydı… Tabi bu
yazıda, fanatikliğin derinlemesine sosyolojik boyutlarından bahsetmeyeceğim ama
bahsettiğim bu insanlar kazanılması ve topluma kazandırılması gereken insanlar,
hayatları yukarılardan gelecek bir iş telefonunun ucunda olan bir insan kendi
hayatına ne kadar değer verebilir ki?
Herkesin ilgi alanı farklıdır, benim ilgi alanımın futbol
olmaması, futbol seven insanları küçük göreceğim anlamına kesinlikle gelmez
fakat hayatları bir şekilde kaybedilmiş ve hayatın kenarında yaşayan bu
insanların bir şekilde topluma zararlı konumdan faydalı konuma geçirilmeleri
gerekir… Kaynağı barış ve adalet olan bir sporu kim niye istemesin ki?
Bahsettiğim “kazanılması gereken insanlar” sözünü biraz daha
açayım. Bir grup taraftar, hayatlarında en çok sevdikleri bir “manita”, bir de takımları… Onlar için hiçbir
şey bu iki öğenin yerini alamaz, zaten alması için onlara bir şans verilmiş
midir? Bu insanların eğitimleri nasıldır, var mıdır? Niçin takımlarını her şeyin üstünde tutarlar?
Kendilerini bu şekilde mi ifade ederler? Dostlukları nasıldır? Birbirlerine
güvenirler mi yoksa birbirlerini satmak için fırsat mı kollarlar? Onları
koruyan var mıdır? Harcanırlar mı, faydalanırlar mı? İşte, tüm bu soruların
yanıtlarını asla yüzeysele inmeden, gayet başarılı oyunculuklarla bize gösteren
bir oyun “Aut”. Özellikle Erkan Kolçak Köstendil’in oyunda gitgide sertleşen “Zehir”
karakterini başarıyla yansıttığını düşünüyorum. Ayrıca Ferit Kaya, bugüne
kadar, psikolojisini çok merak ettiğim ve çözmeye çalıştığım bir karakteri
etkileyici bir şekilde oynuyordu.
Futbol hayatına ve fanatikliğe dair cevaplanması gereken
onlarca soru var, fakat ben oyundan da hareketle beni en çok etkileyeni sizlere
sorayım, bu insanlara “gerçek iyiliği” kim gösterecek ki kötülükten medet
ummasınlar?
Bir hatırlatma: “Aut”
bu gece son kez oynanacak ve yerleri tükenmiş, ama yazımda bahsettiğim soru ve
sorunlar hala geçerli, oyunla beraber bitmeyecek. Toplumumuzun içinden çıkan bu
karakterleri pek çok yerde görebilirsiniz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder