SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

4 Nisan 2012 Çarşamba

"SEN OLMAK NEDİR?"


                         “ SEN OLMAK NEDİR ?”
                         
                                           “Âşıklık nedir? Ben ol da bil …”     

Yazan: Nur Can Kara
Yöneten: Onur Ekren - Nur Can Kara
Oynayan: Mert Turak      
Tüy: Nimet Gürbüz
Prodüksiyon Asistanı: Cihangir Meşeli- Yağız Konyalı
Görsel Tasarım: M. Tuğrul Emiroğlu
Fotoğraf/ Video: Utku Sarıöz

                                           
Sezon sonuna yaklaşırken ve seyrettiğim oyunların nicel olarak tatmin edici olmasına rağmen yolunda gitmeyen bir şeyler vardı, daha görmem gereken çok oyun vardı! Ben de dün akşamımı seve seve düşünmeye, hissetmeye, yüzleşmeye ayırmak istediğim için, uzun zamandır sahnelenen “Sen Olmak Nedir”’de karar kıldım. Kuşkusuz bu seçimde Tiyatro Halt’ın ““ uygunsuz” sözler söyleyebilmesi, durgun sulara dalga misali, kafalarda soru işaretleri oluşturabilmesi”nin payı da çok büyük. Oyunlara gitmeden ufak araştırmalar yaptığım için, amaçları dikkatimi çekmişti. Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi tiyatroyu kesinlikle bir “eğlence, kendini iyi hissetme aracı” olarak görmediğimden, hayata dair sorular soran, herhangi bir olay ya da olguyu farklı açılardan sunabilen oyunlar benim için ayrıca önemli.
“Sen Olmak Nedir” ya da kısaca S.O.N.  da bu açıdan bende saygı uyandıran oyunlardan biri oldu. “Bir erkek nasıl erkek olur? Erkek olmanın kuralları ve görevleri nelerdir? “Erkek adam neler yapar ya da neler yapmaz”” sorularını baz alarak toplumda çok önemli bir yere parmak basan bir metinle karşı karşıyayız. Kahramanımız spermiogram testi yaptırmak ( yoksa erkekliğini kanıtlamak mı demeliydim?) elinde boş kabıyla test odasına girer ve oyun başlar.
Kimi insanlar vardır, her zaman her şeyi yoluna koyarlar, işlerini yaparlar ama biz onları tanımayız, daha doğrusu tanımak istemeyiz, görmeyiz… Acaba bu onların kenara itilmiş olduklarından mıdır? Hiç sanmıyorum, sadece “kendi kendine var olmuş” ve bu varoluşa şahit istemeyen varlıklardır. Ne var kahramanımızın da dâhil olduğu çok büyük bir grup var ki varoluşlarına her zaman birilerinin tanık olmasını isterler. Bu onlar için bir ihtiyaçtır, çünkü ancak böyle saygınlıklarını kazanabileceklerdir, başkaları onayladıktan sonra. Burada aslında bir kadın- erkek ayrımından çok insani bir konu bahsedilen. Ne var ki erkek egemen toplumumuzda bir erkeğin “kendisine atfedilecek erkeklik özelliğini” kazanabilmesi bir kadına göre daha ön plana çıkarıldığı için oyuna bir erkeğin penceresinden bakıyoruz, hem de bir kadının kaleminden çıkan bir erkeğin penceresinden!
Kahraman “kahraman” olabilmek için hayatını mücadeleyle geçirir, okulda ön plana çıkmak ister ama dayak yer, babasından zaten şiddet görmüştür, askerliğinde komutanına alay konusu olur( oyunun en beğendiğim kısmının burası olmasının da toplumda, özellikle “erkek egemen faaliyet alanlarında” erkekten beklenen özelliklere “sahip olmayan” belki de bu özellikleri sahiplenmeyen, sahiplenmek istemeyen erkeklere karşı olumsuz bakışı simgelemesidir, örneğin: erkek korkar mı?) Kendine rol-model arar, âşık olur, hayal kurar ama hep bir edimi vardır, hep “olmak” ister… İyi ya da kötü fark etmezdir onun için…
“Görünür olmaya çalıştım. Ben yürürken önümde yol açsınlar, kaçsınlar, kenara çekilsinler istedim. Kırmızılar, yeşiller, maviler giyindim. Bakıp gülseler bile, bakıp görmüş olacaklardı. Öyle de oldu. Sırf bu maskaralık için görünmezlik yeteneğimden vazgeçtim.”
Ne kadar farkında olunsa da insan bazen bile isteye “ maskara olabiliyor.” Nitekim sonunda bir tüy( belki bir hayal, belki de bir anı) gelir ve kahramanımızın hayatını “mutlu ve saygın” kılar. Artık toplum baskısının önemli bir dinamiği olan mahalle de kahramanımızı ve karısını takdir etmekte, onlara gıpta ile bakmaktadır… Kimbilir belki de tüm maskaralıklar baskılardan doğuyordur, “görünür olma” baskısından… Kendimizi görünür olduğumuzda m ı buluruz, karşımızdaki bir “sen”de mi yoksa içimize dönüp baktığımız “ben” de mi? Peki tüm yazı kimseye görünmeden ayaklarımızın altından süzülüp çalışarak geçiren o “görünmeyen” karıncalar? Belki de önemli olan sessizce, kimseye göstermeden “olmak” ve bu dünyada payına düşeni yapıp, sahneden çekilmektir…
Demiştim ya “beni düşündüren oyunu severim” diye, işte cevaplanması hiç de kolay olmayan sorularla yüzyüze kalmış durumdayım, hayır bu asla bir şikâyet değil, aksine “ben olabilmek” için çok gerekli olduğunu düşündüğüm savaşımlar… Oyun yazarı Nur Can Kara’ya beni bu düşüncelerle bir kez daha yüzleşmemi sağladığı için çok teşekkür etmem gerek ve tabi ki bu metni oyunculuğuyla çok başarılı bir noktaya taşıyan Mert Turak’a da… Kendisini yakın zamanda başka iki oyunda da izlemiş ve oyunculuğunu çok beğenmiştim, bu beğeninin sebebi ise yalnızca oyundaki karakteri yaşamasındaki ve olmasındaki doğallık değil aynı zamanda farklı karakterleri de başarıyla yansıtabilmesindedir… Otobüs’te başka, Postacı’da başka ve S.O.N.’da ise yine bambaşka bir karakteri ustalıkla yansıttığını düşünüyorum… Ki bu da bir aktörün sahip olması gereken en önemli özelliğidir diyebiliriz, değil mi? Ayrıca Tüy rolündeki Nimet Gürbüz’ün de kısa ama etkileyici oyunculuğunu atlamadan geçemem, zira mimikleri ve jestleriyle rolünün hakkını verdiğini düşünüyorum…
Yazımı sonlandırırken, beni çok etkileyen ve mutlu eden bir olayı da sizlerle paylaşmak istiyorum: Dün Tiyatro Halt’ın kuruluşunun birinci yıldönümüydü ve bugüne özel olarak bininci seyirciye özel bir sürpriz hazırlandı ve oyundan sonraki kokteyl-partide bu sürpriz sunuldu, hem de tüm seyircilere pasta ve kurabiye ikram edilerek… Bense bloğum için konuştuğum Nur Can Kara, Mert Turak, Nimet Gürbüz ve Yağız Konyalı’nın yakın ilgileriyle çok mutlu oldum. Böyle bir olaya ilk kez tanık oluyordum ve bu yakın ilgi beni çok mutlu etti, çünkü sadık bir tiyatro seyircisi olarak “düşünülmek, değer verilmek” çok çok önemli… Evet, bininci seyirci imkânı artık yok ama Sen Olmak Nedir’i muhakkak izleyin, belki de oyunun en büyük sürprizi sizi kendinizle tanıştırmasıdır…

                     
                                                
                                                


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder