“ÖRÜMCEK
KADININ ÖPÜCÜĞÜ”
Manuel PUIG ve DeWitt BODEEN’in eserlerinden...
OYUNCULAR
LUİS MOLİNA / Göktay TOSUN
VALENTİN ARREGUİ / Çağdaş TEKİN
İRENA DUBROVNA / Melina ÖZPRODOMOS
ALİCE MOORE / Ayşegül BAHTİYAROĞLU
OLİVER REED / Oğuz Utku GÜNEŞ
ve LEWGOY Rolünde Sesiyle SELÇUK YÖNTEM
YÖNETMEN, PROJE TASARIM VE UYARLAMA: Oğuz Utku GÜNEŞ
YÖNETMEN YARDIMCISI: Destan BATMAZ
IŞIK TASARIMI: Ayşe AYTER
KOSTÜM TASARIMI: Katina ÖZPRODOMOS
DEKOR TASARIM: Güney Zeki GÖKER, Onur SOYAL
IŞIK OPERATÖRÜ: Hakan YILMAZ
REJİ ASİSTANI: Burak DEMİREL
SAHNE ASİSTANLARI: Rıfat SECAL, Merve ÇEPNİ, Ceren
YILMAZ, Ceylan BATI
BASIN DANIŞMANI: Zelal Songül ESER
Arjantinli yazar Manuel Puig’in 1976 tarihli romanı
“Örümcek Kadının Öpücüğü” (The Kiss of Spider Woman) sezon başından beri
Sahnehal’de sahneleniyor. Romanı
okuyanlar ya da romandan hareketle Héctor Babenco’nun çektiği, Oscar, Altın
Küre ve Altın Palmiye dahil pek çok ödül sahibi 1985 tarihli aynı adlı filmi
izleyenler anımsayacaklardır ama bilmeyenler için özetlemek gerekirse hikâye, Arjantin’de
bir hapishanenin hücresindeki bir devrimci (Valentin) ile on sekiz yaşını
doldurmadığını bilmediği bir çocukla aşna fişne yapmaktan orada bulunan bir
eşcinsel (Molina) arasında geçer. Cinsel kimliklerin, gücün, politikanın
sorgulandığı öykü, Türkiye’deki yaşam şartları düşünüldüğünde -ne yazık ki hala- fazlasıyla güncel. Valentin ile Molina’nın hücredeki konuşmaları
boyunca eril gücün, devrimin, kavganın karşısında dişil gücü, boyun eğişi, aşkı
görürüz. Eserin özü bu fikir çarpışması üzerine kuruludur. Puig’in yarattığı bu
iki zıt karakterin fikirleri önemlidir ve bu tartışma bugüne kadar olduğu gibi
bundan sonra da insanlığın sorgulayacağı kavramlardan oluşması bakımından
değerli.
Eseri sadece bir fikir tartışması olmaktan çıkarıp sanat
ürününe dönüştüren unsursa escapism (gerçekten
kaçış) akımı. Hücrede Molina, Valentin’e bir film anlatır. Film içinde film,
oyunda ise oyun içinde oyun olarak ele alınan bu unsur, hikâyeyi genişletiyor.
Fikir tartışmasının yanında seyircinin dikkatini kısa süreliğine başka bir
alana çekiyor ve merakını uyandırıyor.
Romanda Molina, Valentin’e beş tane film anlatır. Filmin
içindeki filmde ise propagandist Nazi filmi üzerinde durulur. Oyundaki Molina
ise, “Cat People” (Kedi İnsanlar) filmini anlatıyor. Tek film anlatılmasının
nedenini bilmiyorum ama Molina ve Valentin arasındaki dramatik ilişkinin
yanında oyunun içindeki bu ikinci oyunda komedi unsurunun olması (“Cat People”
filmi korku filmi sınıflandırmasında yer alıyor ancak oyunda mizahi yani ağır
basıyor) hikâyeyi dengede tutmak açısından başarılı bulduğum bir unsur. Fazla
film anlatılması esas hikâyeyi bölebilir diye düşünülmüş olabilir.
Oyunda sade bir dekor tercih edilmiş. Hapishane
hücresi seyircilerle eş seviyede iken oyun içinde oyun tekniğiyle yaratılan
ikinci dekor ise ilk dekordan birkaç basamak daha yüksek bir platformda
sahneleniyor. Bu yükseklik farkı belki “gerçek” ve “hayal” dünyalarının aynı
olmadığını belirten bir yabancılaştırma unsuru olarak yorumlanabilir. İki
karakter o hikâyeyi izlerler ancak orası onların yaşadığı dünya ile eş değildir.
Oyunun yönetmeni ve aynı zamanda Oliver’ı
canlandıran Oğuz Utku Güneş’in rejisini genel olarak beğendim. Yazımın
girişinde belirttiğim gibi bu eser, üzerinde durduğu sorun ve kavramlar
bakımından dünyanın pek çok ülkesinde güncelliğini koruyan özelliklere sahip. Bu
ülkelerde çok çeşitli uyarlamalar yapılabilir. Güneş de uyarlamasında, metnin geneline yaymadan “madi” ve “lubunya”
sözcüklerini kullanmış. Oyun, Türkiye’de sahnelendiğine göre, “madilik” ve
“lubunyalığa” yer verilmesi artı bir özellik.
Oyuncu yönetimi konusunda ise Valentin (Çağdaş
Tekin) daha sert oynatılabilir miydi diye düşündüm. Belki daha sağlıksız, biraz yara bere içinde
bir Valentin seyirci üzerinde daha etkili olur muydu? Çünkü “konuşması, ötmesi
istenen” bir devrimci işkencesiz, sağlıklı bir şekilde verilince etkisini
kaybedebilir. Ama eğer yara bere içinde
bir Valentin görseydik, tabi ki daha sert bir performans beklenemezdi. Bu
durumu, eksik ya da aksayan bir taraf olarak değil ek bir düşünce olarak
belirtiyorum çünkü Çağdaş Tekin’in performansında Valentin’in hücredeki
sıkışmışlığını, devrime inancını, git-gellerini seyirciye yansıtabildiğini düşünüyorum.
Valentin rolünden çıkıp ikinci oyundaki psikiyatrist karakterine ise hem sesi
hem de mimikleriyle dinamik bir şekilde geçiyor.
Molina’yı oynayan Göktay Tosun’un performansını çok
beğendiğimi söylemeliyim. Enerjisiyle, vücudunu kullanışıyla, sesiyle, oyunda
sadece sesini duyduğumuz Lewgoy (Selçuk Yöntem) ile konuştuğu sahnelerde daha
yakından görme şansımız olduğu mimikleriyle rolünün hakkını başarıyla vermiş. Puig’in
eserinde de görebileceğiniz gibi, hikâye Molina ile Valentin arasında geçmesine
rağmen, Molina hikâyeyi taşıyan, escapist öğeyi (anlattığı film) ortaya koyan, Valentin’e
göre daha öne çıkan bir karakter. Daha hareketli. Göktay Tosun’un performansındaki
enerjinin yanı sıra Molina’nın psikolojisini de derinlikli bir şekilde
incelediğini düşünüyorum. Tosun, Molina’nın heyecanını, sevgisini, yalnızlığını
yaşayarak seyirciye hissettiriyor. Sezonun en iyi performanslarından biri.
Tosun’u tebrik ediyorum!
Ve “Cat People” oyuncuları İrena (Meline Özprodomos), Oliver (Oğuz Utku Güneş) ve Alice (Ayşegül Bahtiyaroğlu) yan rollerde mizahi
karakterler sunuyorlar bizlere.
Farklı sanat alanlarında yorumlanan eserler genelde
karşılaştırılır. “Kitabı daha iyiydi, filmi başarısızdı, oyunu şöyleydi” gibi. Her
sanat dalı kendi imkân ve teknikleri dahilinde diğerlerine göre farklı bir eser
ortaya koyar. Ben daha iyi/daha kötü değerlendirmesi yapmadan, filmiyle
tanıdığım bu eserin oyununu kendime daha yakın hissettiğimi söylemeliyim.
Elbette filmi de izlenmeli.
“Örümcek Kadının Öpücüğü” bu sezon izlediklerim arasında
en başarılı bulduğum oyunlardan. Sezon başından beri hemen her hafta iki gece
oynuyorlar ve bazen bilet bulamayabiliyorsunuz. Eser, doksanlı yılların başında
Broadway’de 900 kez sahnelenmiş. Burada, önümüzdeki sezon(lar)da da devam
etmesini diliyorum. Fakat siz yine de sezon bitmeden izlemeye çalışın! Üzerinde
düşünülmesi gereken “Bizi bu hale koyanlar dışarda rahat rahat gezerken bizi
burada birbirimize düşürüyorlar” mesajını yineleyip, herkesin “gökyüzünün
altında özgürce öpüşebilmesi” temennisiyle yazımı bitiriyorum. Tüm ekibin emeğine
sağlık ve Sahnehal’e bizi bu oyunla buluşturduğu için bin teşekkür!
Happy Days Are Here Again: Oyun, 1929 tarihli ve Amerika’da
o yıllarda Demokratik Parti’nin gayrı resmi şarkısı kabul edilen, yine o
yıllarda Amerika’da içki yasağının kalkmasından sonra gündeme gelen, 1960’larda
ise Barbra Streisand’ın sesinden duyulan ve benim Streisand’dan dinlediğim “Happy
Days Are Here Again” (Judy Garland düeti) şarkısıyla başlıyor. Ben de bu
şarkıyla bitireyim:
http://www.youtube.com/watch?v=jYpcFHtxm60
http://www.youtube.com/watch?v=jYpcFHtxm60
Ayrıca meraklısına tavsiye: “Örümcek Kadının Öpücüğü”
filmiyle beni tanıştıran film 1993 tarihli “Fresa y Chocolate”dir. (Çilekli ve
Çikolatalı) (Yönetmen: Tomás Gutiérrez Alea ve Juan Carlos
Tabío) Küba-İspanyol-Meksika ortak yapımı bu filmi çok severek izlemiştim. Daha
sonra Latin Amerika sinemasını araştırırken “Çilekli ve Çikolatalı”nın aslında “Örümcek
Kadının Öpücüğü”nden esinlenerek çekildiğini öğrendim. Sinemaseverler
kaçırmasın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder