KÜÇÜK
Yazan
Sami Berat Marçalı
Yöneten
Eyüp Emre Uçaray
Yardımcı Yönetmen
Neslihan Arslan
Dramaturgi
Meltem Özkeklik
Oynayanlar
Barış Gönenen
Veda Yurtsever İpek
Memetcan Diper
Esme Madra
Tuğçe Altuğ
Sami Berat Marçalı
Yöneten
Eyüp Emre Uçaray
Yardımcı Yönetmen
Neslihan Arslan
Dramaturgi
Meltem Özkeklik
Oynayanlar
Barış Gönenen
Veda Yurtsever İpek
Memetcan Diper
Esme Madra
Tuğçe Altuğ
Reji
Asistanı
İnci Sefa Cingöz
Dekor/Kostüm
Arzu Koç
Işık
Erkan Kolçak Köstendil
Müzik
Doğacan Oflas, Onur Antik, Deniz Özen
Efekt
Güney Zeki Göker
Teknik Uygulama
Ece Bengisu Erk
Fotoğraf/Afiş
Gizem Bentürk, Alp Babür
Video
Ali Tansu Turhan
Süre
80’
İnci Sefa Cingöz
Dekor/Kostüm
Arzu Koç
Işık
Erkan Kolçak Köstendil
Müzik
Doğacan Oflas, Onur Antik, Deniz Özen
Efekt
Güney Zeki Göker
Teknik Uygulama
Ece Bengisu Erk
Fotoğraf/Afiş
Gizem Bentürk, Alp Babür
Video
Ali Tansu Turhan
Süre
80’
“Şiddet” toplumumuzda hemen her türlü yerde gözlemleyebildiğimiz
bir olgu. Gelişmişlik düzeyimiz (!) toplumumuzda bol bol nefret ve şiddet
uygulanmasına imkân sağlıyor. Kaynaklara göre “bir toplum sağlığı sorunu”
olarak değerlendirilen bu kavramı internette araştırdığınızda ne yazık ki
ülkemiz barındırdığı bu sorunla oldukça büyük yer kaplıyor. Özellikle kadınlara,
çocuklara, LGBT bireylere uygulanan şiddetin pek çok örneğini hemen her gün gazete,
tv ya da dijital medya yoluyla hepimiz görüyoruz, görmediğimiz örneklerin ise
hiç de az olmadığını tahmin etmek güç değil. Bu bağlamda İkincikat’ın “Küçük”
oyunu bir örneği temel alarak çocuk ve gençlerdeki “şiddet” olgusunu sunuyor bizlere.
SOSYAL PSİKOLOJİK
VERİLER: “SİZ NASIL BU HALE GELDİNİZ?”
Oyunda, dört gencin bir seks işçisine yönelik şiddetine
tanık olurken, yakın tarihimizdeki çeşitli şiddet örneklerine yapılan
göndermelere de şahit oluyoruz: Münevver
Karabulut cinayeti, Mardin’deki bir
düğünde altmış kişinin öldürülmesi… Bu örnekler üzerinden Doğu-Batı örneklemesi
de yapılarak şiddet kavramının evrensel oluşunu, yalnızca herhangi bir kültüre
atfedilemeyeceği sonucuna da varabiliriz.
Çünkü şiddet evrenseldir ama ne var ki Türkiye’de en üst
seviyelerdedir.
Oyunun ana karakteri Tuğrul (Barış Gönenen), şiddet olgusu bağlamında
önemli bir karakter, çünkü “eşcinsel oluşundan” şüphelenilen ve “gerçek” bir
erkek olduğunu kanıtlaması beklenen bir genç. “Kibar” onun için olumsuz bir tanımlama. Esra (Esme Madra) ise Tuğrul “işkence yapmak
için korkmayan, cesur bir erkek!” olduğunu kanıtlarsa ve eğer bu işin sonunda
kendisiyle beraber de olursa, tüm okula aslında Tuğrul’un “ gay değil, çok sert
bir erkek olduğunu, bunu onunla beraber olunca öğrendiği” dedikodusunu
yayacağını vaat eder. Bu iki örnek üzerinde duruyorum çünkü uç değil aksine
“kadın” ve “gay ya da gay olmasa dahi toplumda beklenen kahraman erkek
karakterini oynamayan erkek”lere bakışı yansıtıyor. Seks işçisinin “sen ne
olduğunu bilmiyor musun?” sorusunu basit bir soru olarak ele alamayız.
Küçük bir özel okul-
devlet okulu karşılaştırmasıyla beraber “ailenin ilgilendiği tek şey okulun
içinde olmak, okulda neler olup bitiyor umurlarında değil” cümlesi, eğitim
sistemine dair önemli bir soru işareti.
Bir yandan seks işçilerine bakışı
bir kez daha görürüz: “Fahişelere kim
inanır, sen orospusun!”
“Televizyonda bunları
(işkence) yapıyorlar, kimse ölüyor mu?” repliği ise televizyonlarda yayınlanan
şiddet içerikli yayınların bu şiddeti körüklediğinin yeterli bir kanıtı.
Esra, annesinin
kendisine hiçbir zaman “Nasılsın Esra, iyi misin” dememesinden yakınıyor.
Saydığım bu örnekler, kesinlikle tekil veya hiçbir yerde
rastlayamayacağınız olaylar değil, aksine toplumun önemli olguları. Çok önemli
sosyal psikolojik veriler sağlıyorlar. Oyunda seks işçisi kadının sorduğu gibi
“siz nasıl bu hale geldiniz” sorusu, bu oyunun ana mesajı. Sevgisizlik, ilgisizlik, anlayışsızlık -bence-
bu sorunun cevabıdır. Ama tabi ki derinlemesine çözümleme yapılması toplum
adına yararlı olacaktır. Ben bu yüzden bu oyunu çok önemli buluyorum ve bu
küçük gözüken “olguları” gözlemleyip bu metinde birleştiren Sami Berat
Marçalı’yı tebrik ediyorum.
TEATRAL AÇIDAN “SALO
YA DA SODOM’UN 120 GÜNÜ”NÜ SAHNEDE İZLEDİĞİNİZİ DÜŞÜNÜN
Tüm bu şiddetlerden bahsetmişken, oyunun 1975 yapımı Pier
Paolo Pasolini’nin son filmi “Salo ya da Sodom’un 120 Günü”ne gönderme
yaptığını da belirteyim. İtalya’daki faşizmi anlatan “Salo”yu izleyenlerin
çoğu, izlenmesi kolay bir film olmadığı konusunda bana hak vereceklerdir.
Çeşitli işkence sahnelerinden oluşan bu film, izlediğinden kolay kolay rahatsız
olmayan benim gibi bir seyirciyi dahi “rahatsız” etmeyi başarmıştı. Bu
“rahatsızlık” Eyüp Emre Uçaray’ın rejisinde de aynı sertlikte mevcut. Fakat bu
“rahatsızlık” kavramını şu açıdan önemsiyorum:
İşlenen konu, basit bir “öyle bir metin alalım ve çarpıcı, kanlı bir
oyun yapalım” fikri değil. Evet, kanlı ve şiddetli bir oyunla karşı karşıyayız
ama bu metnin sahiciliği, bence o sertlikte bir rejiyi gerektiriyor. Durumun
vehametinin anlaşılması açısından. Bununla ilgili bir diğer düşüncemi yazımın
sonunda ayrıca belirteceğim.
Oyuncu ekibinde Veda Yurtsever İpek’in olması benim için
heyecan vericiydi. Daha önce Devlet Tiyatrolarında “Yanık” oyunuyla izlediğim,
bu sezon aynı zamanda yine Devlet Tiyatrolarında “Üç Kız Kardeş” oyununda rol
alan İpek’i “Tiyatro Tiyatro Dergisi”nin geçen ekim sayısında okumuş çalışkanlığını
ve emeğini takdir etmiştim. Oyunculuk okumak isteyen, ilgi duyan herkesin de o
söyleşiyi ya da özgeçmişini okuması gerektiğini düşünüyorum, özellikle azimli
olma konusunda. Başbakana Devlet Tiyatrolarıyla ilgili yazdığı mektupla da
ayrıca takdir ettiğim İpek, “Küçük”te
oynadığı bu “kurban” rolünde, oyunun
başında, konuşma tarzıyla, vücudunu kullanışıyla oldukça etkin bir role sahip. Metin gereği, oyunun büyük bölümünü yatakta
bağlı bir şekilde geçirdiği ve ağırlık da bir süre sonra diğer karakterlere
kaydığı için “keşke daha fazla
konuşabilseydi, daha etkin olabilseydi”
diye düşündüm zira oyunculuğundan çok keyif aldım. Tabi, bunu, metnin işleyişinden bağımsız, Veda
Hanım’ın oyunculuğunu beğendiğim için söylüyorum.
Kendi jenerasyonumdan oyunculuğunu çok beğendiğim bir isim
de “Barış Gönenen”. “Limonata” oyunuyla
tanıdığım, daha sonra “Nerde Kalmıştık” ve “Uğrak Yeri” oyunlarında da
izlediğim Gönenen, izlerken heyecan duyduğum oyunculardan. Tuğrul karakterinin
gerektirdiği gel-gitleri çok iyi yansıtıyor.
Oyunun diğer karakterlerine can veren isimlerse Esme Madra,
Tuğçe Altuğ ve Memetcan Diper. Gayet
tutarlı oyunculuklar sergiliyorlar. Hepsinin karakterlerini özümsediğini
düşünüyorum zira inandırıcılıkları konumunda aksayan hiçbir taraf göremedim.
Dört gencin de kırmızı giyinmesi ise anlamlandıramadığım bir
nokta. Kanı ve şiddeti anımsatması düşünülmüş olabilir ama olmasa da aynı
etkiyi de yaratırdı düşüncesindeyim.
Önemli bulduğum bu metin, sert bir reji ve bu sert rejiye
uygun düşen oyunculuklarla bütünleşince, oyunun mesajı ortaya konmuş oluyor.
PEKİ, MESAJ YERİNE ULAŞIR
MI?
Burada bir parantez açıp şunu da belirtmek istiyorum: Ben
Türkiye’yi anlatan, buranın derdinden bahseden ve bu meseleleri göz önünde
tutan oyunları -evrensel bir konudan
bahsetmediği sürece- yabancı oyunlardan daha fazla önemsiyorum. Çünkü bunların
bir çözüm bulmanın yanında, işlenmesi, unutturulmaması gerektiği inancındayım.
Ne var ki, sıkıntılı bir hayat yaşayan ve tiyatroda hoşça vakit geçirmek,
komedi izlemek, ya da dramsa da “arada gülmeli” aşk hikâyesi izlemek isteyenler
de olacaktır. Onlara da hak veriyorum. Yazımın başında belirttiğim gibi Türkiye,
şiddetin tavan yaptığı ülkelerden. Aileden başlayıp ömür boyu süren türlü fiziksel/ruhsal
şiddetlere maruz kalan bireylerimiz var. Bu açıdan bakıldığında hakikaten bu
kişilerin tiyatroda “hafif” şeyler izleme istekleri göz ardı edilmemeli. Bir
yanıyla katıldığım “Tiyatro sadece güldürmez, düşündürmeli, bir fikir öne
sürmeli, tartışmalı, iz bırakmalıdır” fikri toplumsal koşullarımızı düşününce
yüzde yüz haklılığını teslim edebildiğim bir düşünce olmuyor. Evet, tiyatro, olmuş ya da olmakta olandan bahsetmeli,
gündemi takip etmeli, bir olayı ya da olguyu sunmalıdır ama bu, “seyirci
tarafından nasıl karşılık görür” sorusunu ortaya koyuyor. Bunu yalnızca bu oyun özelinde değil, genel anlamda sorguluyorum, bekleyip
göreceğiz. Tiyatro kurumu her ne kadar “farkındalık” işlevini sunup, payına
düşeni yapsa da oyunun mesajı ilgili kişilere ulaşmadıkça, işlevini tamamlamış
sayılmamalı.
Bu noktada ise karşı tarafa, oyunun “ alıcısına” önemli bir
görev düşüyor. Bu oyunu özellikle
sosyologların ve psikologların izlemesi gerektiğini düşünüyorum. İkincikat, bu
önemli sorunu tüm gerçekliğiyle önümüze sunmuş. Duyarlı seyirciler, elbette bu
şiddete tepki göstermek gerektiği bilinciyle çeşitli eylemlerde bulunurlar.
Ancak bu tepkilerin çoğu bireysel olacaktır. Daha ciddi önlemler alınması ve bu
olgunun çözümlenmesi konusunda disiplinli bir çalışma yapacak kişiler, sosyal
psikologlar ve halkı bilinçlendirme konusunda yetki sahibi diğer ilgili meslek
mensuplarıdır. “Küçük”ü özellikle onların izlemeleri ve üzerine düşünmeleri
gerektiğine inanıyorum. Bu oyunun sunulan mesajı, ancak gereken taraf
tarafından idrak edildikten ve çözümlenmeye karar verildikten sonra yerine
ulaşmış olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder