SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

14 Ekim 2013 Pazartesi

“80’LERDE LUBUNYA OLMAK”


                                     “80’LERDE LUBUNYA OLMAK”


Konsept-Kurgu-Yönetim: Ufuk Tan Altunkaya   

Metin: Siyah Pembe Üçgen Derneği İzmir

Proje Koordinasyon: Didem Kaplan

Proje Asistanı: Ömer Kaan Aydın

Video Tasarım: Çağla Çağlar

Tema Müzik: Emre Akad

Proje Danışmanı: Ozan Ünlükoç

Teknik Yönetim: Ahmet Özer

Oyuncular: Ayşe Gülerman, Burcu Şeyben, Elit Çam, Gözde Seda Altuner, Neşem Akhan

 
Sezon açılmadan bir süre önce alternatif  (bağımsız) tiyatrolar kapsamında, ekim ayında “AltFest ‘13” (Alternatif Tiyatro Festivali) adında bir festival düzenleneceği duyuruldu. Bu festival, çalışmalarını ilgiyle takip ettiğim bağımsız tiyatroların oyunlarını içeriyordu. Kendim de dâhil olmak üzere bu alternatif tiyatroların pek çok sadık seyircisi olduğunu biliyorum ama festivalde yer alan grupların oyunlarına ve yerli metinlere dikkat çekmek adına böyle bir festival oluşumu beni heyecanlandırdı.  Zira sansüre uğramadan, bağımsızca tiyatro yapabilmek Türkiye’de, daha doğrusu İstanbul’da kolay değil. Söz konusu tiyatroları ( yazımın sonunda vereceğim linkte bu tiyatrolar hakkında geniş bilgi sahibi olabilirsiniz) her şeyden önce cesaretleri için takip ediyorum. Türkiye’ye dair küçük çaplı bir belgesel olarak da alabiliriz bu sahnelerin oyunlarını.  Festivalden örnek vermem gerekirse  “Gezerken”,  “Bir Kadın Uyanıyor”, “80’lerde Lubunya Olmak”, “Obeb”… Toplumsal duyarlılığı yansıtıyorlar.
 
Festival repertuarı açıklanmaya başlayınca ilk gözüme çarpan “80’lerde Lubunya Olmak”  oyunu oldu. Oyunun metni, 2012 yılında İzmir’de Siyah Pembe Üçgen Derneği’nin 80’li yıllarda Türkiye’de yaşamış çeşitli translarla yaptığı söyleşilerden oluşan kitaba dayanıyor. Bu kitabı pdf formatında internet üzerinde bulabilirsiniz.
Mekân Artı da bu alternatif tiyatro mekânlarından. Harbiye’de Hilton Oteli’nin karşısındaki sokakta 2010 yılında bir oto-garajının dönüştürülmesiyle oluşturulmuş. Bir mahalle arasında böyle bir tiyatro olması çok kıymetli. Takip edebildiğim kadarıyla alternatif sahneleme örnekleri de verdiler. Cumartesi Anneleri’ni ve gözaltı kayıplarını konu alan “Bizde Yok” oyununda oyunun yarısına kadar seyirci oyunu gözleri bağlı bir şekilde izliyordu. Bir konsept yaratarak tek seyircilik oyunlar da oynadılar.
Oyuna belli bir süre kala oyunun tanıtım videosu internette paylaşıldı. Oradan hareketle nasıl bir oyunla karşı karşıya olacağımız hakkında bir fikrimiz de oldu. Nitekim kapılar açılınca sahnenin bir pavyona dönüştürüldüğünü gördük. Pavyonlardaki gibi ön sırada masalar (ki oyun başlamadan garsonun masa masa dolaşıp “milli içkimizi” servis etmesi manidardı), arka sırada ise seyirci koltukları vardı. Oyun, pavyonda geçtiği için bol müzik kullanılmış. Temelde iki transın hikâyesi odaklı oyunda, şarkı+ hikâye, hikaye+şarkı sıralaması yapılmış.
Oyundan çıktığımda kafamda söyleşilerin yer aldığı metne ve oyuna dair pek çok soru vardı. Öncelikle metni internet üzerinde buldum (yazımın sonunda bu linki paylaşacağım) ve hepsini dikkatle okudum. (Bu söyleşiyi, yalnızca tiyatroyla ilgili olan kimselerin değil “bu ülkede translar nerede?”,  “geçmişte ne olmuş?” sorularını soran herkesin okumasının gerekli olduğunu düşünüyorum) Söyleşilerin yer aldığı metin, oyunda kısaltılarak kullanılmış ve metinle oyunu karşılaştırınca “keşke şurası da oyunda olsaymış” dediğim noktalar oldu.
İkinci olarak, “ evet, bu hikâyeler gerçek ve çok acıklı ama sahneleme olarak daha farklı olamaz mıydı” diye düşündüm. Söyleşilerde de görebileceğimiz gibi pavyonlar, gece kulüpleri trans bireyler için yabancı mekânlar değil ancak oyunda hikâye odaklı bir anlatım sanki daha vurucu olurdu.  Mesela mekân, pavyon sahnesi yerine pavyonun kulisi olsaydı ve yine arka planda “az sonra sahne alacak” havası verilseydi ve biz hikâyeleri bu şekilde dinleseydik, seyirci üzerinde daha sağlam bir etkisi olurdu. Bu etkiyi, vuruculuğu şu açıdan önemsiyorum, trans bireylerin yaşadıkları hiç kolay hazmedilir şeyler değil ve bu yaşananlara herhangi bir şey eklemek dahi düşünülemez, çünkü tecavüz ve işkenceyi görüyorsunuz ama diğer yanda sahnede o hikâyeyi dinlerken bir anda şarkıya geçiliyor, işte o zaman o hikâye, şarkılarla bölünmüş oluyor. Bu tabi ki benim düşüncem, söyleşilerdeki trans bireylerin fikirleri nasıl olurdu açıkçası onu da merak ediyorum. Oyunu izlerken, elbette anlatılanlardan içim acıdı, aksi, insani özelliklerini kaybetmemiş kimse için düşünülemez ancak “aman bu kasvetli hava dağılsın” denerek müziğe girildiği zaman o hikâye yarım kalıyor. Her ne kadar şarkılar o acıları yansıtabileceği düşünülen arabesk müziklerden oluşmuş dahi olsa. Öbür türlü sadece hikâyeye dayalı olsaydı o zaman tam bir trajedi olurdu gibi düşünülebilir ama zaten burada o trajedi aynılığıyla yansıtılması gereklidir diye düşünüyorum.
Oyunculuk anlamındaysa, -karşılaştırmak doğru olmasa bile- “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi” oyunundaki rolüyle Sumru Yavrucuk’u aradım. Daha doğal olabilirdi düşüncesindeyim.
“80’lerde Lubunya Olmak” oyununu da “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi” oyununu da bir dönem LGBT’de çalışmış ve pek çok trans birey tanımış bir arkadaşımla izledik, Sumru Hanım’ın oyunundan çok etkilenerek çıkmıştık. Bu oyundan çıkınca ise “bu daha iyi olamaz mıydı ya da şu şöyle mi olmalıydı” diye düşündük. Arkadaşım “ilk transın kostümü bir trans için uygundu ama diğer kostümler daha göz alıcı olabilirdi” dedi.
Türkiye’de transeksüelliği biraz olsun araştırmış biri, zaten konuya hâkimdir, hâkim olmasa bile yaşanan ve yaşanmış olan transfobik kıyımdan içi acımıştır, bu kıyımlar hesaplaşılması gereken sonuçlar doğurmuştur. Bunu, her şeyden önce, bu ülkenin (hele de demokratik olduğunu ifade ediyorsak) bir vatandaşı olarak kabul edip belirtmek zorundayız. Bu nedenle, metni oluşturan söyleşileri çok önemsememe rağmen oyundan aynı etkiyi alamasam da, transeksüelliği göz ardı etmemesinden, gündemde tutmasından dolayı Mekan Artı'yı ve bağımsız tiyatroları önemsiyorum. Ben bu oyunu, teatral açıdan bakınca eksik buldum, tatmin etmedi ama şunu unutmayalım ki burada önemli olan bir diğer nokta ise transseksüelliğin “sahnelenebilir” olma imkânı. Bağımsız sahneler olmasa ancak fars olarak izleyebilirsiniz, tabi bu durum eşitliği savunan aydın seyirciyi tatmin etmek bir yana, toplumsal transfobiye katkı sağlayacaktır.
 
İlgili olarak:
1)    “80’lerde Lubunya Olmak” kitabı linki: http://www.siyahpembe.org/80lerde-Lubunya-Olmak-Web.pdf
 
2)    Bu sene yayımlanan “90’larda Lubunya Olmak” kitabı Siyah Pembe Üçgen Derneği’nden temin edilebiliyor.
 
 
3)    AltFest ve Alternatif Sahneler ile ilgili olarak: http://www.altfest.org/
 
                
           
    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder