“80’LERDE LUBUNYA OLMAK”
Konsept-Kurgu-Yönetim: Ufuk Tan Altunkaya
Proje Koordinasyon: Didem Kaplan
Proje Asistanı: Ömer Kaan Aydın
Video Tasarım: Çağla Çağlar
Tema Müzik: Emre Akad
Proje Danışmanı: Ozan Ünlükoç
Teknik Yönetim: Ahmet Özer
Oyuncular: Ayşe Gülerman, Burcu Şeyben, Elit Çam,
Gözde Seda Altuner, Neşem Akhan
Sezon açılmadan bir süre önce alternatif (bağımsız) tiyatrolar kapsamında, ekim ayında
“AltFest ‘13” (Alternatif Tiyatro Festivali) adında bir festival düzenleneceği
duyuruldu. Bu festival, çalışmalarını ilgiyle takip ettiğim bağımsız
tiyatroların oyunlarını içeriyordu. Kendim de dâhil olmak üzere bu alternatif
tiyatroların pek çok sadık seyircisi olduğunu biliyorum ama festivalde yer alan
grupların oyunlarına ve yerli metinlere dikkat çekmek adına böyle bir festival
oluşumu beni heyecanlandırdı. Zira
sansüre uğramadan, bağımsızca tiyatro yapabilmek Türkiye’de, daha doğrusu
İstanbul’da kolay değil. Söz konusu tiyatroları ( yazımın sonunda vereceğim
linkte bu tiyatrolar hakkında geniş bilgi sahibi olabilirsiniz) her şeyden önce
cesaretleri için takip ediyorum. Türkiye’ye dair küçük çaplı bir belgesel
olarak da alabiliriz bu sahnelerin oyunlarını.
Festivalden örnek vermem gerekirse
“Gezerken”, “Bir Kadın Uyanıyor”,
“80’lerde Lubunya Olmak”, “Obeb”… Toplumsal duyarlılığı yansıtıyorlar.
Festival repertuarı açıklanmaya başlayınca ilk
gözüme çarpan “80’lerde Lubunya Olmak” oyunu
oldu. Oyunun metni, 2012 yılında İzmir’de Siyah Pembe Üçgen Derneği’nin 80’li
yıllarda Türkiye’de yaşamış çeşitli translarla yaptığı söyleşilerden oluşan
kitaba dayanıyor. Bu kitabı pdf formatında internet üzerinde bulabilirsiniz.
Mekân Artı da bu alternatif tiyatro mekânlarından. Harbiye’de
Hilton Oteli’nin karşısındaki sokakta 2010 yılında bir oto-garajının
dönüştürülmesiyle oluşturulmuş. Bir mahalle arasında böyle bir tiyatro olması
çok kıymetli. Takip edebildiğim kadarıyla alternatif sahneleme örnekleri de
verdiler. Cumartesi Anneleri’ni ve gözaltı kayıplarını konu alan “Bizde Yok”
oyununda oyunun yarısına kadar seyirci oyunu gözleri bağlı bir şekilde
izliyordu. Bir konsept yaratarak tek seyircilik oyunlar da oynadılar.
Oyuna belli bir süre kala oyunun tanıtım videosu
internette paylaşıldı. Oradan hareketle nasıl bir oyunla karşı karşıya
olacağımız hakkında bir fikrimiz de oldu. Nitekim kapılar açılınca sahnenin bir
pavyona dönüştürüldüğünü gördük. Pavyonlardaki gibi ön sırada masalar (ki oyun
başlamadan garsonun masa masa dolaşıp “milli içkimizi” servis etmesi
manidardı), arka sırada ise seyirci koltukları vardı. Oyun, pavyonda geçtiği
için bol müzik kullanılmış. Temelde iki transın hikâyesi odaklı oyunda, şarkı+ hikâye,
hikaye+şarkı sıralaması yapılmış.
Oyundan çıktığımda kafamda söyleşilerin yer aldığı
metne ve oyuna dair pek çok soru vardı. Öncelikle metni internet üzerinde
buldum (yazımın sonunda bu linki paylaşacağım) ve hepsini dikkatle okudum. (Bu
söyleşiyi, yalnızca tiyatroyla ilgili olan kimselerin değil “bu ülkede translar
nerede?”, “geçmişte ne olmuş?”
sorularını soran herkesin okumasının gerekli olduğunu düşünüyorum) Söyleşilerin
yer aldığı metin, oyunda kısaltılarak kullanılmış ve metinle oyunu
karşılaştırınca “keşke şurası da oyunda olsaymış” dediğim noktalar oldu.
İkinci olarak, “ evet, bu hikâyeler gerçek ve çok
acıklı ama sahneleme olarak daha farklı olamaz mıydı” diye düşündüm. Söyleşilerde
de görebileceğimiz gibi pavyonlar, gece kulüpleri trans bireyler için yabancı mekânlar
değil ancak oyunda hikâye odaklı bir anlatım sanki daha vurucu olurdu. Mesela mekân, pavyon sahnesi yerine pavyonun
kulisi olsaydı ve yine arka planda “az sonra sahne alacak” havası verilseydi ve
biz hikâyeleri bu şekilde dinleseydik, seyirci üzerinde daha sağlam bir etkisi
olurdu. Bu etkiyi, vuruculuğu şu açıdan önemsiyorum, trans bireylerin
yaşadıkları hiç kolay hazmedilir şeyler değil ve bu yaşananlara herhangi bir
şey eklemek dahi düşünülemez, çünkü tecavüz ve işkenceyi görüyorsunuz ama diğer
yanda sahnede o hikâyeyi dinlerken bir anda şarkıya geçiliyor, işte o zaman o hikâye,
şarkılarla bölünmüş oluyor. Bu tabi ki benim düşüncem, söyleşilerdeki trans bireylerin
fikirleri nasıl olurdu açıkçası onu da merak ediyorum. Oyunu izlerken, elbette
anlatılanlardan içim acıdı, aksi, insani özelliklerini kaybetmemiş kimse için
düşünülemez ancak “aman bu kasvetli hava dağılsın” denerek müziğe girildiği
zaman o hikâye yarım kalıyor. Her ne kadar şarkılar o acıları yansıtabileceği
düşünülen arabesk müziklerden oluşmuş dahi olsa. Öbür türlü sadece hikâyeye
dayalı olsaydı o zaman tam bir trajedi olurdu gibi düşünülebilir ama zaten burada
o trajedi aynılığıyla yansıtılması gereklidir diye düşünüyorum.
Oyunculuk anlamındaysa, -karşılaştırmak doğru olmasa
bile- “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi” oyunundaki rolüyle Sumru Yavrucuk’u
aradım. Daha doğal olabilirdi düşüncesindeyim.
“80’lerde Lubunya Olmak” oyununu da “Kimsenin
Ölmediği Bir Günün Ertesiydi” oyununu da bir dönem LGBT’de çalışmış ve pek çok
trans birey tanımış bir arkadaşımla izledik, Sumru Hanım’ın oyunundan çok
etkilenerek çıkmıştık. Bu oyundan çıkınca ise “bu daha iyi olamaz mıydı ya da şu
şöyle mi olmalıydı” diye düşündük. Arkadaşım “ilk transın kostümü bir trans
için uygundu ama diğer kostümler daha göz alıcı olabilirdi” dedi.
Türkiye’de transeksüelliği biraz olsun araştırmış
biri, zaten konuya hâkimdir, hâkim olmasa bile yaşanan ve yaşanmış olan
transfobik kıyımdan içi acımıştır, bu kıyımlar hesaplaşılması gereken sonuçlar doğurmuştur.
Bunu, her şeyden önce, bu ülkenin (hele de demokratik olduğunu ifade ediyorsak)
bir vatandaşı olarak kabul edip belirtmek zorundayız. Bu nedenle, metni
oluşturan söyleşileri çok önemsememe rağmen oyundan aynı etkiyi alamasam da, transeksüelliği
göz ardı etmemesinden, gündemde tutmasından dolayı Mekan Artı'yı ve bağımsız tiyatroları
önemsiyorum. Ben bu oyunu, teatral açıdan bakınca eksik buldum, tatmin etmedi ama
şunu unutmayalım ki burada önemli olan bir diğer nokta ise transseksüelliğin “sahnelenebilir”
olma imkânı. Bağımsız sahneler olmasa ancak fars olarak izleyebilirsiniz, tabi
bu durum eşitliği savunan aydın seyirciyi tatmin etmek bir yana, toplumsal transfobiye
katkı sağlayacaktır.
İlgili olarak:
1) “80’lerde
Lubunya Olmak” kitabı linki: http://www.siyahpembe.org/80lerde-Lubunya-Olmak-Web.pdf
2) Bu
sene yayımlanan “90’larda Lubunya Olmak” kitabı Siyah Pembe Üçgen Derneği’nden
temin edilebiliyor.
3) AltFest
ve Alternatif Sahneler ile ilgili olarak: http://www.altfest.org/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder