SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

11 Kasım 2012 Pazar

“YALNIZLAR KULÜBÜ”NDE KURSİYER OLMAK



         “YALNIZLAR KULÜBÜ”NDE KURSİYER OLMAK

                                “Ne kadar açıksın?”
                    
                          
Yazan & Yöneten: Sami Berat Marçalı
Dekor & Işık: Sami Berat Marçalı
Oynayanlar: Hasibe Eren (Demet), Heves Duygu Tüzün (Emel), Tevfik Şahin (Nazım), Bedir Bedir (Mehmet), Pınar Çağlar Gençtürk (Buse), Güçlü Yalçıner (Kerem)

“Dün akşam bir kursa katıldım hayat ritmimi bulmaya çalışmak için, zor olsa da derin derin nefes aldım, ne yaşadımsa unutmaya ve kendimden uzağa yollamaya çalıştım ama asıl amacım yalnızlığımı bir kenara koyup, yeni şeyler öğrenmekti.” Bu sözüm kurs-oyundan öğrendiklerim. Diğer kursiyerler ne öğrendi, nasıl algıladı bilemem ama “Yalnızlar Kulübü” beni hem keyiflendirdi hem de keyiflendirmekten de öte, 21.yüzyıl metropol insanı yalnızlıkları üzerine derin bir sorguya çektirdi.

Neden o kurstaydım? Kursları ilgi alanıma girdikleri sürece severdim, evet bu kurs, ilgi alanıma giriyordu, hem de hepimizin yakından tanıdığı bir konu olunca: Yalnızlık, daha doğrusu “metropol yalnızlığı.” Hep bir yerlere koşturduğumuz, geç kaldığımız, trafiğe yakalandığımız, birilerini ihmal ettiğimiz, birilerine fazla değer verdiğimiz hayatlar yaşıyoruz İstanbul’da. Bu durum diğer kentlerde böyle midir bilmiyorum, elbette her kentin yalnızlığı başkadır, ama zannediyorum “İstanbul’da yalnız olmak”  fazlasıyla zor ve karmaşık bir durum. Peki, kurslar bu yalnızlığı aşmaya yardımcı olabilecek mi? Bu elbette kişiden kişiye göre değişir, sizin ne almak istediğinizle ilgilidir ama son derece gerçekçi bir karakter olan Demet Sağlam’ın kursunun ne kadar başarılı olduğu sorusunu oyunu izlemenizi tavsiye ettiğim için burada yanıtlamıyorum.

Beni oyunda en çok düşündüren soru “ne kadar açığız” sorusu oldu. Değil karşımızdakilere, kendimize karşı ne kadar açığız?  Açık mıyız, değil miyiz? Farkında mıyız? Bundan ne anlıyoruz? Açık olursak, bizim zararımıza mı olur kârımıza mı? Bir insana dair ne düşünüyorsak, bunu ona karşı açık açık söylemeli miyiz? Ya da kendimizi açık açık belli etmeli miyiz? Bu bir artı mıdır eksi mi? “Yapa yapa” açılır mıyız yoksa? Bu kapalılık mıdır yalnızlığa iten bizleri? Peki, yalnızlık bir seçim midir, yoksa kader mi? Bunu biz mi belirleriz toplum mu? Ya da karşılıklı mı? Elbette, bu soruların Türkiye’de, özellikle de İstanbul’da, çok çeşitli yanıtları var. Benim için “açık olmak”, önce kendimle barışık olmak anlamına geliyor ve buradan hareketle de çevremle barışabiliyorum. Tabi ki fazla açık olup da ritm kaçırmanın da manası yok. Yalnızlık ve beraberlik, bir terazide zor dengelenen ağırlıklar çünkü…

Oyunda sevdiğim bir diğer özellik ise, yerli öğelere yer verilmesi. Örneğin, Taksim’den bahsedilmesi, Barbaros Bulvarındaki trafikten bahsedilmesi. Bunların İstanbul yalnızlığının birer parçası olduğunu düşünüyorum, özellikle de Taksim’in…

Gelelim oyunculuk ve karakterlere, Demet Sağlam, az önce de bahsettiğim gibi son derece gerçekçi bir karakter. Hatta son zamanlarda izlediğim yerli yazar oyunlarında karşıma çıkan en “kanlı canlı”  karakter diyebilirim. Çoğumuz onu çok iyi tanıyoruz esasında, mimikleri, jestleri, tepkileri hepimizin bugüne kadar muhakkak en az birkaç kere karşılaştığı bir insanınkilerle aynı. Hasibe Eren, rolünü başarıyla yansıtmış, Demet Sağlam’ın kendinden emin görünen ama aslında ikilemli, düşünceli ve yalnız halini başarıyla vermiş. Kendisini daha önce Şehir Tiyatroları’nda Arzunun Onda Dokuzu ve Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’da izlemiştim ve kendisine dair olumlu bir gözlemim de her oyunda değişik bir biçimde karşıma çıkması. Tabi ki burada fiziksel bir değişim değil söz ettiğim, oyunculuk adına her karakteri başarıyla yansıttığını düşünüyorum. Demet Sağlam’ın son derece gerçekçi bir karakter olduğunu söyledim ama diğer karakterlerin de bizlere uzak olduğunu düşünmeyin, inanın hepsi Türkiyeli, İstanbullu karakterler.  Disosya’da izlediğim ve yine bu oyunda Disosyadakine göre çok başka karakterleri başarıyla oynayan Pınar Çağlar Gençtürk (bence iki oyundaki performansını da görmeniz lazım, Disosya’nın yorumunu yazmıştım ancak iki oyundaki mimik ve tavırları birbirinden o kadar farklı ki... Bunun da bir oyuncu için en önemli özellik olduğunu düşünüyorum. Farklı farklı karakterleri kendini hiç tekrar etmeden verebilmek… Özellikle kurstan çıktıktan sonraki tiradı bence bu oyundaki en etkileyici sahnesiydi. Komik olduğu kadar acıklı bir sahneydi oynadığı ve dengeyi çok iyi tutturmuştu, oyundan aklımda kalan önemli sahnelerden biridir) ve Güçlü Yalçıner (öncelikle ses tonunun çok etkileyici olduğunu söylemeliyim. Ayrıca oyundaki karakterinin kıskançlığını, sinirli hallerini başarıyla yansıttığını düşünüyorum. Türk toplumunda sıklıkla karşılaşabileceğimiz bir karakter Kerem), geçen sezon izlediğim en etkileyici oyunlardan biri olan Limonata’da izlediğim ve o oyundaki performansından etkilendiğim Tevfik Şahin, bu oyunda Türk toplumunda sıklıkla karşılaşabileceğimiz bir karakteri, Nazım’ı, canlandırıyor. Nazım, kendini “çok açmayan” , seyircinin kafasında soru işaretleri uyandıran bir karakter. ( Bu noktada bir konuyu belirtmeliyim, oyunun yazarı Sami Berat Marçalı, kursiyerlerin geçmişlerini derinlemesine vermiyor-ki oyunu alışılmadık yapan bir özellik bu-, elbette onların hayatlarının bir bölümüne tanıklık ediyoruz, havada kalan bir kısım olmuyor, sadece onların hikâyelerini biz düşünüyoruz, bize düşünme payı bırakması da oyunun önemli bulduğum bir diğer noktası. Oyunun en karanlık, kendini belli etmeyen karakteri de Nazım) Bunun bir oyuncu için zorlu bir özellik olduğunu tahmin ediyorum ama Şahin, bazen çekingenliğiyle, bazen kızgınlığıyla bizlere Nazım’ı yaşatıyor. Yine Limonata’daki kısa ama akılda kalıcı rolüyle hatırladığım Heves Duygu Tüzün ise, bu oyunda Emel karakteriyle karşımızda. Kerem nasıl aşk ilişkisinin maskülen tarafını simgeliyorsa, Emel de feminen tarafını simgeliyor. Emel’in dişi ve kimi zaman da hoppa olabilen tavırlarını Tüzün başarıyla canlandırıyor. Oyunun en naif karakteri ise Bedir Bedir’in canlandırdığı Mehmet. Üç sezon önce Devlet Tiyatrolarında “Kül Bellek” adlı oyunda izlemiştim kendisini, önemli bir oyundu ve oyunda sesini ve diyaframını kullanmasıyla aklımda kalmıştı, bu oyunda da yeri gelince fısıltıyla, yeri gelince ise yüksek perdeden ve sesini hiç düşürmeden Mehmet’i canlandırıyordu.

“Yalnızlar Kulübü” kursunda gülebilirsiniz, ben de güldüm diğer kursiyerlerle beraber ama oyundan çıktığımdan beri hala İstanbul insanı ve yalnızlığı üzerine düşünüyorum ve bu kurs-oyunun kişisel gelişimime, farkındalığıma katkısı olduğunu da belirtmeliyim. İyi ki yazılmış bir oyun “Yalnızlar Kulübü”.  (Aynı önemi Limonata için de söyleyebilirim) Modern Türk Tiyatrosu açısından da büyük önem taşıdığını düşünüyorum.

Yazımı sonlandırırken, İkincikat ile ilgili benim için çok önemli olan bir düşüncemi paylaşmak istiyorum: Pek çok mekânda tiyatro izlemiş bir seyirci olarak, İkincikat’ın seyircisine değer veren bir tiyatro olduğunu söylemeliyim. Oyun çıkışında ekiple sohbet etmek, onlarla oyunu ve tiyatroyu konuşmak benim büyük zevklerimden biri ve üstelik bunun için kulis kapılarında görevlilerle içeri girmek için tartışmanıza bile gerek kalmıyor. Bu insancıl yaklaşım için İkincikat’a bir teşekkür daha!

                                          
                                        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder