SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

6 Kasım 2012 Salı

DERDİMİ ANLATIYORUM: “DERTSİZ OYUN”


         DERDİMİ ANLATIYORUM: “DERTSİZ OYUN”
                               
                                    “Aferin”

Tasarlayan-Yöneten: Yiğit Sertdemir
Koreograf: İlyas Odman
Müzik Tasarımı: Onur Kahraman
Makyaj ve Kostüm Tasarımı: Candan Seda Balaban
Işık Tasarımı: İsmail Sağır
Fotoğraflar: Ali Güler-Şenay Yaşar

Seyredenler: Candan Seda Balaban, Ebru Gözdaşoğlu, Gülhan Kadim, İlyas Odman, İsmail Sağır, Murat Kapu, Onur Tuna, Sabahattin Yakut, Seda Yürük, Selen Şeşen, Sinem Öcalır, Şirin Keskin

Kaç zamandır tiyatro seyircisi ile ilgili düşüncelerimi yazmak istiyordum. Özellikle Türkiye seyircisi ile ilgili düşüncelerimi... Salon salon seyirciler hakkında istatistik bilgi verebilecek konuma gelince ve dün akşam da geçen gün yorumunu yazmış olduğum “Gerçek Hayattan Alınmıştır” adlı başlangıç oyunun -ikincisi Barzo ile Konserve’yi izlemeye henüz fırsat bulamadığımdan-  üçüncüsü olan ve “seyircilik” halleri üzerine bir oyun olan “Dersiz Oyun”’u izleyince bu yazıyı kaleme almak istedim.

Sözsüz bir oyunla karşı karşıyayız. Karşımızda biri yer gösteren görevli olmak üzere on iki seyirci var. Bizlere mimik ve jestlerle “seyircilik hallerini”  anlatıyorlar.
Bugüne kadarki seyircilik deneyimlerimden yola çıkacak olursam, “oyuncular boş salonlara oynuyorlar” görüşünü gayet ciddi sayılarla çürütebilirim. Fakat niteliksel anlamda  -oyunun da bahsettiği üzere-  “kim ne anlar” sorusunun cevabını vermek güç. 

Tiyatroya kimler gelir? Tiyatro öğrencileri, izleyecekleri tiyatro ile ilgili “ödev yapmak zorunda kalan” öğrenciler, sanat meraklıları, “hadi bir değişiklik yapalım, tiyatroya gidelim” diyenler, ev hanımları, iş adamları/ iş kadınları, çalışanlar, çalışmayanlar, vs… Sinema salonunda patlamış mısır yiyen bir toplum insanlarını çok daha ciddi bir disipline sahip olan tiyatroya alıştırmak, çok da kolay olmasa gerek. Belki de toplumca, okullarda “sanat nasıl yapılır, nasıl izlenir, nasıl sorgulanır” gibi derslerle pişmemiz gerekiyor. Sanatın etkileyici, dönüştürücü etkisini göz önüne aldığım için bunları söylüyorum, kendimizi bu ortamın içinde hissedebilmek için ve yine kendimizi geliştirebilmek için.

Türk seyircisi denince aklıma gelen ilk nokta oyunda açık bırakılan cep telefonları ve bu telefonlar çalınca seyircilerin -haklı olarak- yadırgayan bakışları ve tepkileri olur. “Farkında mısınız oyun başlayalı beş dakika oldu!”demek istersiniz.

Daha sonra oyunu anla-ya-madığı için sıkılmalar, esnemeler gelir. Elbette her seyirci her oyunu sevecek diye bir kural yok, her oyun herkese hitap etmeyebilir ancak yine de oyunu anlamak için bir çaba sarf etmek gerekir. Bu adeta sanat filmlerini “durağan” bulan seyircinin, anlamaya karşı bir tepkisidir. Benim de sevmediğim oyunlar oluyor, ancak o zaman bu durumun yüzde ellisini kendime yüklüyorum, “ben anlayamadım” diye. Tabi ki yeterince emek verilmemiş oyunlar da oluyor ancak burada bahsetmek istediğim, seyircinin algı düzeyi.

Üçüncü olarak, oyunda fısıltıyla yorumlar yapılır. Ne kadar dikkat dağıtıcıdır, değil mi?

Peki, her şeyden öte ya oturmasını bilmeyenlere ne demeli?

İşte “Dertsiz Oyun” çok büyük bir dertle karşımızda duruyor. Oyunun ilk yarısı bahsettiğim seyircilik halleri üzerine. İkinci kısımda ise seyircilerimiz dönüşüyorlar. Kendi bireysel güçlerimizi fark edip, çevremizi de değiştirebiliriz şeklinde yorumladım ben.

Ekipte yazan-yöneten Yiğit Sertdemir dışında, bir tek İlyas Odman’ı daha önce izlemiştim, Cam Adımlar’da. Şarap kadehlerinin üzerindeki gösterisi çok etkileyiciydi.

Son olarak, iki seçenek çıkıyor karşımıza, ya kendimizi geliştirmeyeceğiz, tiyatro ile ilişkimiz her zaman problemli kalacak ya da tiyatro sayesinde algı düzeyimizi açarak dönüşeceğiz ve toplum olarak daha üst konumlara yerleşeceğiz. İşte asıl o zaman “aferin”i hak etmişiz demektir, haksız mıyım?


                                               
                                 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder