UĞRAK YERİ
Çeviren: Seda Yıldız
Yöneten: Sami Berat Marçalı
Yönetmen Yardımcısı: Gözde Kocaoğlu
Proje Ekibi: İbrahim Çiçek, Erbil Çokeker, Gül Arıcı
Oynayanlar: İpek Bilgin
Barış Gönenen
Fındıklı’da yağmurlu
bir gece vakti. Craft Tiyatro’ya ilk gidişim (diğer oyunlarını görmek için
sabırsızlanıyorum) Terastayız, hava çok soğuk olmamakla birlikte serince, dolunay
var. Aklımda Haris Alexiou’nun Panselinos şarkısı, fazla mı romantik oldu?
Hayır, olsa bile birazdan gerçeklikle çarpışacağız. Ama siz yine de bu yazıyı
okumadan önce playlistte Panselinos’yu bir dinleyin.
Kapının açılmasıyla
birlikte Anita ile karşılaşıyoruz, sinirli… Nasıl olmasın ki? Oğlunu bir nefret
cinayetinde kaybetmiş. Üstüne üstlük toplumdan destek göreceği yerde
yadırganıyor, istenmiyor, arkasından konuşuluyor… Ne kadar tanıdık değil mi? Bu
hafta Türkiye’deki erkeklik hallerine dair pek çok oyun izledim, Uğrak Yeri,
yerli bir yazara ait olmamasına rağmen başarılı çevirisi(çeviri Seda Yıldız’a
ait) ve Türkiye’deki geçerliliği ile son derece gerçekçi bir oyun… İzlediğim bu
oyunlardan sonra sorduğum sorular ise: “Neden bu kadar nefret ediliyor? Niye
nefret ediyoruz? Niye susuyoruz? Niçin tepki göstermiyoruz? Oldu… Yeter ki bize
dokunmasınlar diyoruz… Geçenlerde üniversitede siyaset felsefesi dersinin sınavını
olurken bir çocuk “ düşünür x gaymiş” dedi. Bunu espri yapmak için söylediğini
düşünüyor. Peki, bu ne demek oluyor?
Yani eşcinselseniz toplum hayatında toplumsal saygınlık konumunda çok
gerilerde kalıyorsunuz anlamına geliyor. Hem de ne kadar iyi ve artıları olan
bir insansanız bile… Peki ben orada ne yaptım? Sustum… Pek çok insanın yaptığı
gibi, hiç tepki göstermedim ve sustum ama bu oyunu izledikten sonra susmamaya karar
verdim, toplumsal homofobiyi değiştirmeye gücüm yeter mi bilmiyorum ama artık
kimsenin değil gözlerine cam girerek ve dövülerek ölmesine razı olmak, kimsenin
toplumsal baskıdan en ufak bir kötü bakış, ya da imalı bir söz almasına razı
olmayacağım. Asla homofobik bir insan olmadım ama anlattığım olay da dâhil
olmak üzere şahit olduğum neredeyse hiçbir olayda tepki göstermedim ama bu
suskunluğa artık dur demek gerektiğini düşünüyorum. Toplumsal barış ve huzuru
insanları kendimizden ayırıp uzaklaştırarak değil, saygı duyarak ve kabul
ederek kazanacağımızı düşünüyorum, bunun için de toplumumuzun ciddi bir eğitime
ihtiyaç duyduğunu söylemem gerek. Fakat ne yazık ki bu eğitim, okullarda, ders
kitaplarında ya da -bazen- ailede verilmiyor. Bizlere görev düşüyor, belki ben dâhil
pek çok kişi o sırada o lafı söyleyen çocuğa tepki gösterseydik, bir daha
benzeri bir lafı söyleyemezdi ve hatasını düşünürdü. (belki hiç değişmezdi
ancak uyarmak susmaktan yeğdir diye düşünüyorum) Kimse kimseyi sevmek ya da
benimsemek zorunda değil, ancak saygı, toplumsal düzenin kilometre taşıdır,
olmazsa olmazdır, yoksa kaosa sürüklenmek işten bile değildir…
“Uğrak Yeri” beni
harekete geçirdi, önceki yazılarımdan tahmin edebileceğiniz gibi uyarıcı gücü
yüksek oyunları severim. Hele de başarıyla sahneye koyulmuş, (yabancı metinse)
başarıyla çevrilmiş ve başarılı oyunculuklarla oluşturulmuş bir oyunsa…
İkincikat’tan bildiğim ve özellikle Limonata oyunundan çok etkilendiğim Sami
Berat Marçalı, Uğrak Yeri’nin yönetmeni. Oyuncularsa keşke önceki oyunlarını da
görme şansım olsa dediğim İpek Bilgin (öncekileri göremesem bile, bundan
sonrakileri göreceğim kesin) ve Limonata ve Nerede Kalmıştık oyunlarını
gördüğüm ve oyunculuğunu çok sevdiğim Barış Gönenen. İkisi de son derece
gerçekçi ve birbirleriyle uyumlu oynuyorlardı. Hatta salona girdiğimde İpek
Bilgin’in canlandırdığı Anita’nın sinirli tavırlarından çekindiğimi
söylemeliyim. Barış Gönenen, genç kuşaktan en sevdiğim oyunculardan biri.
Burada bir noktaya da dikkat çekmek istiyorum, Gönenen Limonata’da da eşcinseli
oynamıştı, burada da homoseksüeli oynuyor, her oyunda da homoseksüeli mi oynuyor
demeyin, karakterler birbirinden gayet farklı olmakla birlikte, nasıl bir
oyuncu neredeyse tüm kariyeri boyunca heteroseksüeli oynayabiliyorsa, başka bir
oyuncu da kariyerinin pek çok oyununda homoseksüeli oynayabilir diye
düşünüyorum, burada oyuncu için tek olumsuz nokta karakterlerin birbirine
benzemesidir, burada Gönenen’e dikkat
çekmek istiyorum, Limonata’nın Koray’ı ve Uğrak Yeri’nin Davey’i birbirinden
çok farklı karakterler olmakla birlikte Barış Gönenen de iki oyunda çok farklı,
hem karakter farkı hem de oyuncu başarısından söz ediyorum.
Peki, metin nasıldı? Benim oyunu sevmemdeki etken konunun güncel ve geçerli olmasıydı. Anne Anita’nın oğlunu kaybetmesinden dört buçuk ay sonra oğlunun sevgilisi Davey ile arasında geçen diyaloğa şahit olmaktayız. Yavaş yavaş gelişen ve anlaşılır hale gelen bir diyalog bu. Zaman zaman tökezleyen, durma noktasına gelen ama şiddeti giderek artan ve bizleri de harekete geçiren…
Panselinos ile başlayan
gece benim tarafımda Beatles’tan Hey Jude ile bitti fakat oyunda da çok
sevdiğim ve oyuna yakıştığını düşündüğüm bir şarkı çalıyordu. Fakat bu çok
sevdiğim şarkının ismini oyunun büyüsünü bozmamak adına burada paylaşmamayı
uygun buldum.
Craft Tiyatro’yu başta
da belirttiğim gibi çok sevdim, şu an oynanan diğer oyunlarına da (“Kaset” ve “Kayıp”)
kısa zamanda gitmeyi planlıyorum. Ayrıca seyirci olarak değer verildiğimi
hissetmek çok önemli. Sıcak bir ortamı vardı. Uğrayın derim, hem Craft’a hem de
Uğrak Yeri’ne.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder