SİTEYE DAİR

Öncelikle hoşgeldiniz... Bloğumu 2012 martında heyecanla açtığımda, izlediğim oyunların bende yarattığı etkiyi ve birikimim yettiğince bu oyunları yorumlamayı ve paylaşmayı amaçlamıştım. Sanatın pek çok alanıyla ilgili olmama rağmen tiyatro ile akademik anlamda bir bağım yoktu, çevirmen olduğum için "Tiyatro Çevirmenliği" çok ilgimi çeken bir alandı. Kendimi geliştirebilmek adına pek çok oyun izledim, okudum, araştırdım, düşündüm. Halen devam eden ve edecek olan bu süreç, tiyatroya olan sevgimin dışında ayrı bir bilinç ve birikim kazandırdı. Bundan sonra oyunlarla ilgili yazılar dışında, tiyatroyla ilgili farklı paylaşımlar da yapmak niyetindeyim, çünkü sanat insanın ruhunu zenginleştirir. Bu zenginliği her zaman paylaşmak dileğiyle, Onur.

12 Şubat 2015 Perşembe

TİYATRO TATAVLA'DAN "CADI KAZANI"


"BİR İNANÇ ORTALIĞI KANA BOYUYORSA, O İNANCA SARILIP KALMAYIN. İNSANI CANINDAN EDEN BİR YASA YANLIŞ BİR YASADIR." 

Arthur Miller, Cadı Kazanı. 1953

Sevindirici bir şekilde tiyatro mekânlarımız artıyor. Toplumsal baskı ve huzursuzlukların artması (ya da zaten mevcut huzursuzlukların daha fazla görülür olması) ile birlikte tiyatro mekânlarının çoğalması, “alternatif sahneler” olarak tanımlanan bu salonlara seyircilerin ilgi göstermesi,  “sessiz kalmayan”  bir kesimin duyarlılığının da göstergesi olsa gerek. Geçtiğimiz eylülde Cihangir’de açılan “Tatavla Sahne” de bu mekânlardan biri. (“Tatavla” Kurtuluş semtinin Rumca adı) Şehir Tiyatroları ve Açık Radyo’dan takip ettiğim Eraslan Sağlam’ın kurucusu olduğu tiyatronun ilk oyunu “Aktör Kean” idi. Kadın haklarıyla ilgili, bedensel anlatımın önde olduğu ikinci oyunları “3 Kadın 1000 Turna”dan sonra en büyük Amerikan oyun yazarlarından Arthur Miller’in klasikleşmiş oyunu “Cadı Kazanı”’nı sahneliyorlar. 1953 ve 2002’de Broadway’de sahnelenen, birçok defa filmi çekilen (1996 tarihli Daniel Day-Lewis’in oynadığı versiyondan sonra 2014 tarihli Richard Armitage’ın “John Proctor”ı canlandırdığı yeni yorumu da merak ettiğimi söyleyeyim), televizyon ve opera uyarlamaları yapılan bu oyun, Türkiye’de 45 yıl sonra tekrar sahneleniyor.

1692-93 yıllarında Salem’de cadılık, büyücülük, şeytanla işbirliği içinde olma gibi suçlarla hapis cezasına çarptırılan ya da idama mahkûm edilen insanları anlatan oyun, özünde Joseph McCarthy’nin 1950’lerdeki “komünist- aydın avı”na gönderme yapar. Ustaca bir anlatımla McCarthy’nin adını bir kez dahi geçirmeden hem de.  Geçmişi anlatarak o günü işler. Haksız suçlamalar, çıkar ilişkileri, din, toplumsal değerler, ahlak, vs. kavramları oyunu şekillendirir. Aynı zamanda oyunun yönetmeni olan Eraslan Sağlam, metin hem Türkiye’de hem dünyada -ne yazık ki- hala geçerliliğini koruduğu için bu oyunu sahnelemek istemiş. Tabulaştırılmış, üzerinde özgürce konuşulamayan, ne olduğu sorgulanamayan ve değiştirilmesi çok güç olan toplumsal "değerlere" sahip, gelişmesi engellenmiş bizim gibi toplumlarda adalet, ahlak ve din temaları daha uzun zaman gündemde kalacağa benziyor. Bu bağlamda "Cadı Kazanı" gayet yerinde ve doğru zamanlı bir seçim. Sadece geçmişi değil bugünü de işlediği için çeviride ufak -ve gerekli- birkaç modernizasyonla  beraber, seyircinin gözüne sokulmayan bazı uyarlamalar da yapılmış. “Çapulcu” ve “Allah” sözcüğünün tonlaması gibi.

Farklı yorumlamalara imkan sunan metin sade bir anlayışla sahnelenmiş. Cihan Aşar’ın işlevsel dekoru, oyunun sadeliğine uymuş ve oyunculuğu ön plana çıkarıyor. Hesaplı rahip Parris rolünde Erhan Tuna,  adaletsiz ve sert yargıç rolünde Ersan Uysal, Salem’in saygın ama iftiraya uğrayan kadınlarından Rebecca rolünde Aysan Sümercan, Peder Hale rolünde Ömer Akgüllü ve özellikle John Proctor rolünde Kaan Songün’ü izlemek büyük bir keyifti. John’nun sert, kimi zaman pişman, karar ile kararsızlık arasında gidip gelen karakterini yansıtmada Songün’ün performansının çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde tüm oyuncuların ses kullanımları başarılıydı. Bu oyun gibi “sıkıntılı, huzursuz” metinlerde oyunculuğun diğer metinlere göre bir nebze daha önemli olduğu kanısındayım. Başarılı oyunculuklar derdi büyük oyunların vitrini olduğu zaman, oyunun etki alanı genişliyor ve daha fazla seyirciye ulaşıyor.   



Aytuğ Kutlu’nun bu oyun için yaptığı müziklerin yanında Fazıl Say’ın Muhyiddin Abdal’ın sözlerinden bestelediği “İnsan İnsan” bestesinin kullanılması da gerek oyunun içeriğinin toplumumuza uyması, gerekse Arthur Miller ve Fazıl Say gibi iki büyük ismin yanyana gelmesi açısından çok anlamlı. (Fazıl Say’ın bestesini bedel istemeden paylaştığını belirteyim) 

Sadelikle etkileyen, doyurucu ve keyifli bir yorum. Sezonun, şimdiye kadar izlediğim, en başarılı yapımlarından biri.





 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder